* İkaz *

144 8 9
                                    

2 Hafta Sonra

Günler hızla geçip gidiyor, Selim ile olan aşkım da günbegün büyüyordu. Öyle ki aşkımız yavaş yavaş da olsa sarayın duvarlarını aşıp Trabzon'a yayılmaya başlamıştı. Daha şimdiden halktan da haremden de güzel sözler işitmeye başlamıştım bile. Herkes güzelliğimi konuşur olmuş. Dillerde ben ve Selim'in adı dolaşırmış. Ne büyük bir saadettir bu Allah'ım. Sen daim eyle.

Dildade Kalfanın dediğine göre pek yakında Melike Adile Sultan'ımız Trabzon'a teşrif edeceklermiş. Benim de sultanımız gelinceye kadar kendimi eğitmem ve bir an evvel de gebe kalmam lazım gelirmiş. Önümde şehzade anası ve üstelik de Kırım Prensesi olan bir rakibem varmış ve Selim'in bana duyduğu sevgi geçici de olabilirmiş. Böyle söyledi Dildade Kalfa.

Goncagül Hatun:

" Hafsa Hatun! Gülnar Sultan'ımız seni çağırıyor. Daireme gelsin, dedi."

Allah Allah, ne olmuştu ki şimdi ? Büyük ihtimal hasedinden beni çağırtmış aklınca beni azarlayacaktır, diye düşünüyordum.

Goncagül Hatun'un önderliğinde Gülnar Sultan'ın dairesinin önüne kadar gelmiştim. Daha sonrasında kapılar açıldı ve içeriye girdim.

" Sultanım."

Gülnar Sultan:

" Gel hatun ! "

Öfkeme yenik düşmemek için kendimi tutuyordum. Zira en ufak bir yanlışım beni şehzadenin gözünden düşürebilirdi.

Gülnar Sultan:

" Bak Hafsa ! Şehzademizin yatağından benden önce de sonra da birçok hatun geldi geçti. Velhasıl buna alışman icap edecek. Zira hiç şüphem yok, senden sonraları da olacaktır. "

Bu sözlere öyle kızmıştım öyle dolmuştum ki,

" Olmayacak sultanım."

Bir kahkaha yankılanmıştı dairenin soğuk duvarlarında.

" Daha toysun hatun. Ayrıca körsün de. Misal sana Mühürnaz Hatun'u anlatayım. Bir vakitler Mühürnaz Hatun, şehzademizin gözdelerindendi. Sevdalıydılar birbirlerine. Hatta gebe bile kalmıştı. İstersen sor Dildade Kalfa'na o anlatsın. Ancak gel gör ki bu destansı aşk bir gecede bitiverdi. Bir gecede... Öyle ya şehzademiz gönlünü hoş tutacak yeni cariyeler aldı yatağına ve unuttu Mühürnaz'ı. Üstelik o sene kıyılmıştı nikahımız. Hal böyle olunca Mühürnaz da dairesinden dahi çıkamaz oldu. Zindan etti kendine bu haremi. Cariyeler ise mütemadiyen alay ettiler arkasından."

Şaşkınlıkla Gülnar Sultan'ı dinliyordum. Hayli kaptırmış olacaktım ki kendimi sualimi bile yutkunarak sordum.

" Gebeymiş ? "

Bu manasız sözümün akabinde gümüş tastan bir yudum kızılcık şerbeti alarak sözüne devam etmişti Gülnar Sultan.

" Ya gebeydi. Lakin doğum esnasında hem bebeğini hem de kendini yitirdi. En son acılar içinde kapıya Selim'in gelmesini bekleyerek baktı. Melike Adile Sultanımız da vardı o gün orada. Validemiz dâhi bakmadı yüzüne. Ah... Şimdiyse unutulup gitti bak. Demem o ki hatun, zinhar hiçbir şeyine güvenme. Öyle ya sen ki basit bir cariyesin. Bugün sen yarın bir başkası... Ona göre ayağını denk al ve kim olduğunu asla unutma! Kendini de bana rakip görmeye kalkma sakın ! Şimdi çekilebilirsin."

Aman Allah'ım! Bunlar gerçekten yaşanmış mıydı bu sarayda? Kim bilir hangi dairede can vermişti Mühürnaz Hatun ? Peki ya Selim... Bir gecede sevdasını unutabilir miydi insan ?

Artık elimi çabuk tutmalıyım, dedim kendi kendime. Bir an evvel gebe kalmalı ve şehzade doğurmalıydım Selim'e. Yoksa bir gün ben de unutulup gidebilirdim.

***

"Neredeydin sen? Nereye kayboldun yine?"

"Ne oldu Dildade Kalfa? Bir şey mi var?"

Her halinden belliydi. Öfkeliydi kalfa.

" Rukiye Sultanımız seni sordu. Hasbahçeye gelsin, dedi. Bakındım sana ama yoktun hiçbir yerde."

" Gülnar Sultan çağırmıştı oraya gittim."

"Başına iş açmadın değil mi, Hafsa ?"

"Hayır kalfa. Ben gideyim artık. Rukiye Sultanımızı daha fazla bekletmeyeyim."

Tam gidecektim ki, Dildade Kalfa sıkıca kolumdan tutmuş beni sarsmıştı.

"Bana bak Hafsa. Sakın ola Rukiye Sultan ile ters düşme. Kendini sevdirmeye bak. Hünkarımız, Orhan Han'a, en çok kendileri benzer zira. Asabilerdir ve gayet de akıllılardır. Lafını bilip edebinle konuşmayı unutma sultanın yanında. "

" Tamam kalfa."

Bakalım bu sarayda daha neleri öğrenecektim.

***

Göklerin maviliğini andıran mavi kaftanım ve şehzademin bana hediye ettiği inci küpelerimi ve kolyemi takıp hasbahçeye inmiştim. Az ileride ise kırmızılara bürülü, dik duruşlu Rukiye Sultan ve yanında da birkaç nedimesi görülüyordu.

"Sultanım."

"Gel Hafsa, otur."

Usulca eğilip bana gösterilen mindere oturmuştum.

Rukiye Sultan:

"Nasılsın hatun?"

"Hamdolsun Sultanım."

O an içten içe iki çift gözün beni süzdüğünü hissetmiştim.

Rukiye Sultan:

" Şu sıralar Selim gözünü senden alamıyormuş, öyle mi ? "

Bu sual beni utandırmaya yetmişti.Al al olmuş yanaklarım beni ele vermişti.

" Utanmana lüzum yok hatun. Elindeki nimetin kıymetini bil kâfi. Lakin işittiğime göre Gülnar ile aranızda bir takım meseleler çıkmış."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Rukiye Sultan oldum olası Gülnar Sultan'nın yanındaydı ve haliyle ne onu kötüleyebilirdim ne de kendimi.

" Tatsızlıklar oldu, evet sultanım. Lakin artık hepsi mazide kaldı."

Elindeki gül losyonunu avucuna döküp bir yandan da bana bakmıştı Rukiye Sultan.

" Öyle değil Hafsa. Böyle düşünürsen yanılırsın. Zira esas bundan sonra başlıyor savaşınız."

Haklıydı. Bugün ki duyduklarım ve kalbimde büyüyen korku bunu doğrular nitelikteydi. Bunu bir sırmış gibi belli etmemeye çalışmanın hiçbir anlamı yoktu.

" Haklısınız sultanım. Sizin de dediğiniz gibi esas savaş yeni başlıyor. Ah... "

Alam-u Askam  ( Kederler Ve Hastalıklar ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin