* Gaibiyet *

113 6 0
                                    

Trabzon / Şifahane Önü

" Hafsa... "

Bu sesle irkilmiş adeta yerimden hoplamıştım.

" Şehzadem. Af buyurun ben... "

Selim denileni anlamadığımı anlamış olacaktı ki sözlerini yinelemişti.

" Hasan Çavuş'la dolaşacağız biraz. Sen de katılmak ister misin bize? Eminim ki Trabzon'un bu güzel havasından mahrum etmeyeceksindir kendini. "

Böyle bir teklife hayır deme gibi bir seçeneğim olabilir miydi ki?

" Elbette öyle şehzadem. Elbette gelmek isterim. "

***

Trabzon dağlarının eteklerinde, tertemiz bir havada şimdi şehzadem ve ben yürüyorduk. Ne de güzeldi buralar. Öyle ki çorak sayılan bir patikada bile toprak ananın merhameti yüzü bizleri  daha yeni tomucuklanmış olan rengarenk çiçeklerle selamlamıştı.

" Şehzadem... "

Patika boyunca mis kokulu papatyaları toplamıştı Selim. Hatta benim için bu eşsiz çiçeklerden bir de taç yapmıştı. Ah, ne de çok seviyordum kır hayatını.

" Hafsa'm. Saadetimin sultanı. "

Biraz daha dağ, bayır dolaştıktan sonra yorulmuş, dinlenmek için yaşlı bir çitlembik ağacının kökleri dibine sığınmıştık. O sırada yolculuğumuzdan bu yana arkamızdan bizi takip etmekte olan Selim'in meşhur ve yegane dostu Hasan takılmıştı gözüme.

" Şehzadem, bu Hasan Çavuş kimdir ? Dostluğunuz, aranızdaki muhabbetiniz herkesin malumu ancak ben yine de bilmek isterim. "

Gülümsemişti Selim. Bir el işaretiyle de kadim dostunu çağırmıştı yanına. Hasan da el etek durmuştu karşımızda.

" Bak hatun, bu Hasan. Nam-ı diğer Çavuş Ağa. Hasan ile biz bundan seneler evvel merhum abim Ahmed'in sancağı olan Saruhan da karşılaştık. Öyle dost olduk. Hasan ki benim yalnızca dostum değil, kardeşim gibidir. "

Selim'in bu sözleri üzerine tebessüm etmişti Hasan Çavuş.

" Şehzademiz bahşettiler sultanım. Sizlerin lütfunuza mazhar olmak benim için saadetlerin en büyüğüdür. "

***

Vakit akşama doğru olmuş, bizler de saraya dönmek için yola koyulmuştuk. Bu gezinti bana öyle iyi gelmişti ki... Sarayın kasveti arasından sıyrılıp da bu huzur deryasına atmıştık kendimizi.

Nihayet selametle gelebilmiştik sarayımıza. Gelir gelmez de kendimi hemen hamama atmış, üzerimdeki tozdan topraktan arınmıştım. Nedimelerimin de yardımlarıyla mor kaftanımı giymiş, daireme geçmiştim.

" Fatma'm. "

Daireme girdiğimde kucağında evladımı uyutmakta olan Gülnar Sultan'ı görmüştüm.

" Hoş geldin Hafsa. "

Önceleri her ne kadar ses etmediysem de artık yavaştan kıskanmaya başlamıştım oğlumu hasekiden.

" Zahide! "

" Buyrun sultanım. "

" Fatma'yı al, beşiğine yatır. Ah.. Sultanım, acınızı anlıyorum lakin bu kadarı da sizce de gayrı fazla değil mi? "

***

Gülnar Sultan'ın dairemden ayrılmasıyla birlikte aynamın karşısına geçip saçlarımı taramaya başlamıştım. Aslında içten içe üzülüyordum haseki sultanın vaziyetine ancak... Fatma benim kızımdı neticede. Onu ben doğurmuştum. Nasıl olur da biriciğimi rakibem ile paylaşabilirdim ?

" Hafsa , gelebilir miyim ? "

" Hatice Sultanım.. Elbette, tabi buyrun. "

Düşüncelerimden sıyrılıp da gelene doğru baktığımda gülümseyerek bana bakmakta olan Hatice Sultan'ı görmüştüm karşımda. Gecenin bu vaktinde ne olmuştu da gelmişti yanıma, diye düşünmüyor değildim hani.

" Bütün gün bağlarda, bahçelerdeydiniz. Nasıl sevdin mi buraları? Hem... Hasan Efendi de sizinleydi değil mi? "

Hasan Çavuş'tan bahsederken bir başkaca gülümsemişti, Hatice. Anlamıştım. Galiba seviyordu bu adamı. Yoksa ne diye onu sorsundu ki?

" Evet, Hasan da bizimleydi. Koca gün dağ, bayır gezdik durduk. Biliyor musunuz sultanım, kendimi daha önce hiç bu denli rahat hissetmemiştim. Dağların mis kokulu havası bana çok çok iyi geldi. "

Az evvelki gülümsemesi sönmüş, sade bir tebessüme dönüşüvermişti, Hatice'nin. Demek ki hislerimde hiç de yanılmıyordum.
O an makamı, mevkiyi bir kenarıya bırakıp, tutmuştum Hatice'nin beyaz, narin ellerinden. Abla- kardeş misali konuşmaya başlamıştım.

" Hasan Çavuş'u seviyorsun. Onun adını anmak dahi seni mesut ediyor. "

Bakışlarını benden kaçırıp, bir anda ağlamaya başlamıştı Hatice.

" Evet, bu doğru Hafsa. Bunu validem de biliyor. Fakat ne farkeder ki? Zinhar yanıma yakıştırmıyor Hasan'ı. Bana onu bir an evvel unutmamı söyledi. Hatta hünkar babamla konuşup beni kendisinin münasip gördüğü paşalarla baş göz edecekmiş. "
O an Hatice'ye sımsıkı sarılmıştım. Öyle ki onun gözyaşları benim de yanaklarımda buluşmuştu. Bir teselli... Bir umut lazımdı şimdi.

" Üzülme ne olursun. Hem ağabeyin Selim var. O senin saadetini ister. Malum Hasan'ı da kardeşi yerine saydı. Eğer sen konuşmaya çekinirsen ben konuşurum abinle. "

***

Gece olmuştu. Etrafta çıt yok. Sanki herkes bir anda yok oldu. Yalnızca kuru bir uğultu dolanıyor etrafta. İçleri acıtan bir his bu. Tuhaf... Çok tuhaf...

" Zahide! "

Zahide de yok. Nicedir seslendim lakin yok, gelmedi. Allah'ım, nedir bu sessizlikteki hikmetin? Neden cümle âlem birden sustu? Niye karardı bu gökyüzü?

" Selim... Selim ! "

Sanki kabrine sığmayan bir ölüyüm. Sesim de duyulmuyor. Gelen yok. Tek bir ses seda dâhi yok.

" Öldüm herhalde. Demek ki buraya kadarmış hikayem. "

Öldüm. Bitti. Ve bitti hikayem.

Alam-u Askam  ( Kederler Ve Hastalıklar ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin