Sevişmeler ve kucaklamalarla geçen uzun bir gecenin ardından nihayet uykuya dalabilmiştik. Lakin bir zaman sonra da çığlıklar ve bağırmalar arasında çok geçmeden uyanmak mecburiyetinde kalmıştık.
" Selim ne oluyor?"
Bir hışımla kalkmıştı yerinden Selim. Kapıdan çıkmadan evvel de bana odada kalmam konusunda tembihte bulunmuştu.
Epeyce bir zaman geçmiş lakin ne Şehzadem dönmüştü ne de bağırışmalar son bulmuştu. Dayanamayıp ben de çıkmıştım dışarıya. Ortalıkta ise kimsecikler yoktu.
"Allahım neydi bu şimdi? Birine bir şey mi olmuştu?"
Bir anda karşıdan bana doğru gelmekte olan Dildade Kalfa'yı görmüştüm.
"Dildade Kalfa!"
Halinden de belliydi ki üzgündü kalfa.
"Şehzademiz dairesinde mi Hafsa ?"
"Hayır. Sesleri duyunca gitti o. Hem sahi neler oluyor kalfa ? Ne bu bağırışlar?"
O an bir şey olmuştu. Koskoca, o herkesin çekindiği kalfa karşımda ağlamaya başlamıştı.
" Şehzade Mustafa fenalaştı."
"Ne!"
***
Daireme gelmiştim hemen. Fatma'm hâlâ uyuyordu. Gülşah'ı da olanları öğrenmesi için taşlığa göndermiştim. Haber bekliyordum. Nihayet gelebilmişti Gülşah.
"Anlat. Neler olmuş?"
Gülşah'ın da gözleri yaşlıydı. O da üzülmüştü olanlara.
" Denilene göre Şehzade Mustafa merdivenlerden düşmüş. Hekimlerse başında. "
"Aman Ya Rabbi!"
Nutkum tutulmuştu. Öyle ki benim de gözlerimden yaşlar boşalmış ve beşiğinde uyumakta olan sultanımın, Fatma'mın yanına gitmiştim. Sanki onu da böyle bir kara kader bekliyormuşcasına ona bakınca için acımıştı.
Gülşah:
"Ve yine denilene göre Selim Hazretleri bu hadiseye kahrolmuş. Hasan Çavuş ile bir daireye kapanmışlar. Gülnar Sultan'a da hayli öfkeliymiş şehzademiz."
Selim... Ah! Nasıl da üzgündür şimdi. Yanına gitsem... Bu pek doğru olur muydu ki? Peki ya Gülnar... O ne haldedir? Allahım esirgesin aynı kader bana yazılsaydı öldürürdüm kendimi diye düşünmüştüm.
"Allahım sen evladımı koru. Kaderini ve bahtını güzel eyle."
***
3 Gün Sonra
Acı ve elem dolu günler başlamıştı Trabzon için. Talihsiz şehzade şifahaneye kaldırılmış, yas ilan edilmişti. Gülnar'ınsa aklını yitirmek üzere olduğuna dair de dedikodular hiç eksik olmuyordu sarayda. Kolay değildi elbet. Ondan nefret etsem de içten içe ona acıyordum.
Yine taşlıktaydık. Şifa bekleyen şehzademiz adına Kuran okutuluyordu. Biz sultanlar da oradaydık. Gözleri yaşlı cariyeler, durgun harem ağaları ve Gülnar için endişeli olan biz sultanların nedimeleri...
Valide Melike Adile Sultan:
" Hafsa hadi dairene git sen kızım. Günlerdir bizle beraber uyumadın. Dinlen. Evladınla meşgul ol artık. Unutma ki onun sana ihtiyacı var Gülşah'a değil."
Haklıydı Adile Sultan. Hemen ayağa kalkıp diz kırıp selam durarak taşlıktan ayrılmıştım. Daireme doğru ilerliyordum ki bir anda Gülnar'ı ziyaret etmek geldi içimden. Zira onun haline üzülüyordum. Ona teselli vermek, kendine gelmesini sağlamaktı niyetim.
" Gülnar Sultan..."
Uzanmış yatıyordu Kırım Prensesi. Geldiğimi görünce de cariyelerin yardımıyla doğrulmuştu yerinden.
" Hafsa! Seni yılan ! Senin yüzünden oldu ! Allah'ın cezası ! Oğluma nazar ettin. Şehzademin helakine sen sebep oldun!"
Nerede kaldığımı anlayamamıştım ki bir anda cariyelerin elinden sıyrılıp üzerime atlamıştı sultan. Saç saça, baş başaydık artık. Cariyeler de bizi bir türlü ayıramıyordu. Şimdiyse Gülnar ince uzun parmaklarını boynuma dolamış ve var gücüyle boğazımı sıkıyordu işte. Çırpınıyordum. O an gözüme yanıbaşımda yerde durmakta olan bir şamdan çarpmıştı. Can havliyle elimle tuttuğum gibi onun kafasına indirivermiştim hemen.
" Ah... Sultanım ! "
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alam-u Askam ( Kederler Ve Hastalıklar )
Historical Fiction📌 Aşk insanın en olgun çağıdır. Sonra çürüme başlar. KURGUDUR. TARİHİ GERÇEKLERLE İLGİSİ YOKTUR.