Dört ay sonra ilk defa temizlenmiştik. Bizi tuttukları yer akıl kârı değildi, bir insanın yaşaması için hiçbir şey yoktu. Cehennemdi.
Hiçbir devletin esirlere böyle davrandığını düşünmüyorum çünkü birçok imparatorluk altında kaldım ve esirlere insan gibi bakıldığına eminim. Aradaki fark yaşatmaktı. Bu kral bozuntusunun yaşatma gibi bir amacı olmadığı kesin.
Beş kişilik bir grup oluşturmuştu. Herkesin görevi aslında aynıydı, bilgi almak. Nasıl yapacağımız ise büyük bir bilinmezlik.
Gideceğimiz İmparatorluk Min İmparatorluğuydu. Adını defalarca duymuştum, bazıları en güçlü olanların onlar olduğunu söyler. Bu yüzden dillerini biliyordum ve onlarla ilgili fazla araştırma yapmıştım ama hiç gidememiştim. Gitmeyi çok istediğim, defalarca gitmeyi hayal ettiğim İmparatorluğa annem ve babamın canı için gittiğimi düşünmek hiç iç açıcı değildi.
Park Devleti bizim asıl evimizdi. Kral bizim akrabamızdı ama tabi uzak akraba o yüzden kimse bağlantımız olduğunu bilmezdi. Bilselerdi şu ana dek kellemizi alırlardı kesin.
Tek istediğim bu kabusun son bulmasıydı. Sadece uyansam ve her şey sadece bir kabus olduğunu anlayıp derin bir nefes alsam... çok güzel olurdu ama gerçekler acıdır.
"Hazırsanız çıkıyoruz."
Odaya gelen görevliye başımı sallayarak cevap vermiş, Kıyafet ve ihtiyacımızın öldüğü düşünülen eşyaları doldurduğumuz hurcu alarak aşağı inmiştim. Sona ben kalmışım anlaşılan.
Çok gösterişli bir araç değildi ama fazla berbat da değildi. Zaten şu an önemli olanın aracın güzelliği olduğunu sanmıyorum.
Ailemi nasıl kurtaracağım onu bilmiyorum.
Kral bozuntusuna güvenmiyorum ve eminim ki bizi o kadar kolay bırakmayacak ama dediklerini yapmazsak olacakları tahmin dahi etmek istemiyorum. Sanki sadece iki seçeneğim var ama ikisi de birbirinden kötü. Şu durumda sadece çoğunluğa uyum sağlıyorum.
Çığlık atmak, içimdeki ne var ne yok hepsini çıkarmak istiyordum. Dayanmak çok zordu. Yapacağım herhangi bir hareket ailemi etkileyebilirdi. Yanlış yapma hakkımız yoktu ama kime göre neye göre yanlıştı?
Kral bozuntusunun düşünceleri zaten tamamen farklı bir boyutken istese yaptığım her şeye yanlış bahanesi uydurup gene istediğini yapardı. Hala mantıklı mıydı onun dediklerini yapmak? Bence değildi ama yaşayacağımız zorlukları ne kadar geçe çekersem o kadar iyi çünkü kendimi öldürmemek için yaratacağım umudu ancak bu şekilde yetiştirebilirim.
Yanımda Seokjin hyung vardı. Bitgaram, Dae-Hyun ve Bon-Hwa ise karşımdaydı.
Çok yorgundum. Başımı cama yasladım ve istemesem de rahatsız bir uykuya kollarımı açtım.
************
"Hadi kalkın kalkın! Geldik. Size kim uyuyun dediyse." Nöbetçilerin çok kibar(!) Olan kaldırması ile istemesem de gözümü kamaştıran ışığa karşın ortamı algılamaya çalışıyordum.
En son benim inmem ile arkamızdaki araçtan ihtiyaçlarımızın olduğu hurçlar fırlatılmış ve tozu dumana katan bir gidiş yapmışlardı. İnsan bi "görüşürüz, olmayan şansınızla iyi şanslar" der. Hata bende onlar insan sınıfında değil.
"Eeee ne yapıyoruz?" Dae-Hyun'un dile getirdiği ama herkesin aklında olduğuna emin olduğum soru ile kıpırdanmaya başlamıştım. Fazla stresliydim.
Bize "Niye buraya geldiniz?" Deseler ne diyeceğiz? "Ya bizi zorla buraya ajan olarak gönderdiler. Görevimiz kraliyet ailesinin tanıdığından tanımadığına herkesi araştırıp bilgiler öğrenmek sonra da geldiğimiz yere bildirip kaçmak." Mı diyeceğiz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Spy×King-Yoonmin
Fanfictionİnsanlar bazen aşık olmaması gerken kişilere aşık olur. Bu durumda sığınacağım bahane "Aşık olacağım kişiyi ben seçmiyorum." Olacak.