Neredeyse bir saattir Prensin saçlarının arasında parmaklarımı gezdiriyor, olduğum çatışmalı duruma karşı dayanmaya çalışıyordum.
Hem onu hem kendimi kandırıyordum. Bu hikayenin mutlu sonu yoktu. Ama güzelliklere kapılmak elimde olan bir şey değildi. Cennetten atılacak olmamı bilmeme rağmen yasaklı meyveyi yemek gibi. Cennet benzetmesi yapılabilen bir cehennemdeyken.
Şu an mutlu olmam, olduğum durumun keyfini çıkarmam gerekiyordu ama nafile. Sayılı insanların sahip olacağı bir hak vardı elimde ama benim yapabileceğim tek şey hiçbir şey yapamamaktı. Prens ile kaç kişi bu kadar yakınlaşabilirdi? Üç, dört, hiç?
Normal şartlar altında olsak belki bizimle alakalı güzel hayaller kurabilirdim. Ama ne şartlar normaldi ne hayaller güzel...
Ellerimi Prensin üzerinden çekmiş, hafif kıpırdanmayla Prensi bu güzellik uykusundan uyandırmayı deniyordum. Oysa Prens halinden biraz fazla memnun gibiydi.
"Prensim artık geri dönmeliyiz."
Birkaç huysuz kıpırdanma, kaşların çatılması ve mırıltılar eşliğinde prens tek gözünü hafif açınca ona üstten bakmış ve gülümsemiştim.
Hafif olayları algılamaya çalışma ile etrafına bakınmış, sonra bana geri dönerek şaşkın şaşkın bakmıştı. Hala olayları kavramaya çalışıyordu belli ki. Her şey kafasının içinde yerli yerine oturmuş olacak ki bozuntuya vermeden "Ne zamandır uyuyorum?" Demişti.
Açıkçası ona "Sizi bol bol izleyip saçlarınıza oynayacak kadar uzun bir vakit." Demem kelimelerimin en saf hali olurdu.
"Epey oldu Prensim."
Prens bir anda avuç içini alnına vurmuş "Yapmam gereken dolu iş vardı." Dedi.
"O zaman gitme vakti geldi de geçiyor efendim."
Prens ayağa kalkınca ben de ayaklanmış, çıkışa doğru o önde ben arkada yürümeye başlamıştık.
Şu kısa süre içerisinde ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Kalbim ve beynim farklı şeyler söylemiyordu. Kalbim ve beynim aynı konularda kararsızdı. Ne kalbim ne beynim seçim yapabiliyordu.
Mantığına güvendiğim beynim de kararsızdı. O bile kalbime yenik düşmüştü.
Saraya geri girdiğimizde Prens yapması gerekenler olduğunu söyleyerek kralın odasına çıkmıştı. Bu fırsatı değerlendirmek adına sarayın içinde kütüphane var mı, öğrenmek en mantıklısıydı. Orada öyle ya da böyle iyi bilgiler bulabilirdim.
Çalışanlarla aramı iyi tutmamın meyvesi olarak birkaç dakikaya kütüphanenin yerini öğrenebilmiştim.
Kütüphane de yemek salonunun bir alt katındaydı. Bundan kaynaklı olarak veya kimse kitap okumaya tenezzül etmediği için fazlasıyla ıssız gibiydi burası. Tek bir nefes dahi yoktu.
Kapıyı ittirip içeri girince bugünkü ikinci şokumu yaşadım. Burası fevkaladeydi. Yerden tavana raflar vardı ve içlerinde dolu kitaplar. Raflar en kaliteli ağaçlardan yapıldığını belli edercesine boydan boya olan camlardan gelen ay ışığında parlıyorlardı. Birkaç yuvarlak masa ve minderler vardı ama en güzel noktası bu değildi. Bu kütüphane iki katlıydı. Dönemeçli ince bir merdivenden yukarı çıkabiliyordunuz.
Yavaş adımlarla boydan boya olan cama yaklaşmış, ayın bu kitaplar kadar olan güzelliğine bakmıştım. Bugün dolunay vardı, mum almadığım için lanet etmeme gerek kalmamıştı.
Dolunayın güzelliğini güneşten gelen ışınlar iyi yansıtmıyor diye orta boyutlarda bir gölet bile vardı resmen. Daha doğrusu öyle hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Spy×King-Yoonmin
Fanfictionİnsanlar bazen aşık olmaması gerken kişilere aşık olur. Bu durumda sığınacağım bahane "Aşık olacağım kişiyi ben seçmiyorum." Olacak.