"Prensim saçımın kuruduğuna ant içeceğim, lütfen... Gayet kurudu saçlarım." Artık bıkkınlıkla Prensin elinden kurtulmaya çalışıyordum ama beni omuzlarımdan tutup tekrar yatağa sabitliyordu.
"Hala ıslaklıklar var Jimin, inat etme. Zaten hastasın daha da kötü olursun." Direnmeyi bırakmış, Prensin saçımı havlu ile yavaş ve nazik şekilde kurutmasına izin vermiştim.
On, on beş dakika sonra saçlarımın tamamen kuruduğundan Prens emin olunca özgürdüm.
"Hala biraz ateşin var gibi dinlenmek ister misin?" Prensin nazik sorusu ile ona dönmüştüm.
"Hayır, turp gibiyim. Bakın!" Ayağa kalkıp kaslarımı göstermiştim. Eh pek de yoktu ama önemli değil.
Gülerek ayağa kalkıp yanıma gelmiş, elimi tutarak "O zaman gel benimle." Diyerek beni peşinden sürüklemeye başlamıştı.
Şaşkınlıkla "Prensim Nereye gidiyoruz?" Demiştim.
Sadece arkasına dönüp bana bakmış, hafif sırıtıp geri önüne dönmüştü.
Merdivenleri hızlı hızlı inmiş, koridorları koşarak geçmiştik. Ta ki daha önce görmediğim, Sarayın derinliklerinde olan eski kapıyı görene kadar.
"Burası neresi Prensim?" Şaşkınlıkla sorduğum soruyla kapıdan ayırdığım bakışlarımı Prense yönlendirmiştim.
"Özgürlüğün kapısı." Birkaç dakika haraket etmemiş, sadece kapıya bakmıştı.
"Tabi benim kendi düşüncem. Bu kapı şahsen insanlara özgür bir Dünya veriyor. Bu özgür Dünya sana başka şeyler de verebilir. İstediğin her şeye çıkar bu kapı."
"Huzur? Bir kapı ve ardı bana huzur verebilir mi? Sanmıyorum Prensim."
"Bence kapının ardını görmeden konuşmamalısın Park. Azıcık umutlu ol. Bak nasıl huzur buluyorsun göreceksin."
"Öyle diyorsanız..."
Hala birleşik olan ve nedenini anlayamadığım bir şekilde görüntüsü hoşuma giden ellerimizden yararlanarak beni de kendiyle birlikte sürüklemişti.
Cebinden paslı bir anahtar çıkarıp tek eliyle kapıyı açmıştı. Açılan kapıdan sızmaya başlayan güneş ışığıyla gözlerimi kısmaya başlamış, en son kamaşan gözlerimi kapatarak alışmayı beklemiştim.
Kapının tamamen açıldığını anlayınca gözlerimi hafif hafif aralamış, gördüğüm manzara ile dilim tutulmuştu. Burası cennetti.
Sarayın bulunduğu orman zaten kitaptan fırlamış gibiydi ama Sarayın dışında bulunan bu yer, cennetti.
"Çok güzel, değil mi?"
"Güzel mi? Cennet burası."
Dudağının kenarı hafif kıvrılmış, "Gel benimle." Diyerek zaten tuttuğu elimden içeri çekmişti.
Renk renk kelebekler havada uçuyor, güneşe rağmen serin esen hafif rüzgar saçlarımı okşuyordu. Yemyeşil çimenler gür ve sıkıydı. Kocaman kocaman ağaçlar arasında kalan boşluklar onların göglesiyle dolmuş, ağaçların altında dinlenilebilecek bir ortam oluşmuştu.
"Ağaçların gölgesine geçelim kafamıza güneş geçmesin." Prens, hala tuttuğu elimden ağaçların yanına kadar peşinden sürüklemişti.
Ağaçların yanına gelince birlikte gölgelik olan çimlerin üstüne oturmuştuk.
Bağdaş kurup ellerimi kalçamın yanına koymuş, kafamı gökyüzüne çevirip gözlerimi kapatarak derin bir nefes almıştım.
"Beni niye buraya getirdiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Spy×King-Yoonmin
Fanfictionİnsanlar bazen aşık olmaması gerken kişilere aşık olur. Bu durumda sığınacağım bahane "Aşık olacağım kişiyi ben seçmiyorum." Olacak.