*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.
Konstantinapol'ün gözleri hiç bu kadar yağmur görmüş müydü? Gökyüzü sanki saadetinden edilmiş genç bir hanım gibi akıtırken gözyaşlarını, etrafta koşuşturan insanlar anlıyor muydu onu? Bakışlarım buğulanmış camları içerisinde kimin olduğunu anlamamı engelleyen aracın üzerindeyken, yalnızca birkaç dakika önce indiğim Haydarpaşa garının merdivenlerinde ıslanmayı bile göz ardı ediyordum o an. Yağmuru sever miydim? Hem de nasıl! Üzerimde bulunan şahsıma özel dikilmiş İtalyan kumaşından takımın ıslanmasını, ütüsünün bozulmasını bile önemsemeyecek kadar hem de. Şapkam yüzümü koruyordu korumasına ama istiyor muydum bunu? Etrafımda bana çarpıp geçmelerine rağmen bir kere dönüp bakmayan hanımlar ve beylerin yaptığı gibi ondan kaçmak yerine şapkamı çıkarıp onunla bütünleşmeli miydim? Merdivenleri birer birer inmeye karar vermiş olmalı ki bedenim, araca yaklaşmaya başladım. Bir an açılan şoför kapısından daha önce görmeye alışık olmadığım uzunlukta sakala sahip bir adam indi koşarak. Üzerinde lekeli bir gömlek altında ise bazı Türklerin giymeyi hala bırakmadıkları bir tür bol pantolon vardı. Onunla yürümek rahat mıydı ki? Kendimi katiyen böyle bir kıyafetle düşünemiyordum. Yanıma hızla koşup koluma uzandı. Türkler dokunmayı severler, demişti babam. Hazır ol.
"Hola (merhaba) beyim. Soy (olmak, burada ben anlamında) Kadir'imdir. Buyurasın araca, yağmur epey bastırmış."
Adının Kadir'imdir olduğunu öğrendiğim adam koluma girerek beni araca sürüklemeye başlayınca gülümsedim. Babam demişti bana, bir yerden bir yere sürüklerler seni anlamazsın bile diye. O da ıslanıyordu benim gibi ama dert edinmiyordu bunu belli ki. Seviyor muydu yağmuru yoksa bana kapı açmak daha mı önemliydi?
"Ben binerim Kadir'imdir. Çok teşekkür ederim." Türkçem kırıktır benim ama anlatabilirim kendimi. Kadir'imdir şaşırdı bana, büyüyen gözlerinden belli.
"Kadir'imdir nedir beyim? Kadir ben Kadir! Hay Allah!" Gülmeye başlayınca kafam karıştı. Kendisini bana öyle tanıtırken hata yapmış olmalı. Ben de gülümsedim.
"Hadi beyim bin de gidelim. Sucuk olduk burada!" Sucuk mu? Konu yemeğe ne ara geldi? Türkler sever konuşmayı, demişti babam. Severler, severler de anlamazsın bir anda komşunun oğlu neden kaçırmış terzinin kızını? Gözlerim etrafta dolaşmaya başladı. Araca binmeden önce son kez baktım yağmura ve ondan kaçan insanlara. Tam o dolaylarda gözüme genç bir hanım takıldı. Merdivenlerin başında durmuş, bana bakıyordu.
"Siz Türkler seversiniz ceketsiz çıkmayı?"
"Neden öyle dedin beyim?"
Kadir'in sesinden beni anlamadığı belli. Ama doğru konuşmadığımdan değil, ne hakkında konuştuğumu bilmediğinden. Cevap vermemi beklemeden benim baktığım yere doğru döndü. Bir anlığına Kadir'in büyüyen göz bebeklerini izledim. Şaşırmış görünüyordu, onun yaptığını yapıp tekrar genç hanıma döndüm. Türkler kılık kıyafet devriminden sonra kendilerini aşmış görünüyorlardı. Genç hanımın üzerindekileri daha önce görmediğime emindim. Üstelik yağmurda ıslanmaya dayanıklı olduğunu düşünmüyordum o giydiklerinin. Tir tir titrediğini hissedebiliyordum. Adımlarım merdivenlere yöneldi. Kadir'in bağırdığını duydum tam o anda.
"Beyim nereye gidersin? Beyim!"
Ancak ayaklarım beni dinlemiyordu, naçizane fikrim şuydu ki ben isteğim dışında yürüyordum. Genç hanım ona doğru yürümeme şaşırmış gibi görünüyordu, bir süredir hareketsizce yağmurun altında beklerken ona yaklaştığımı görünce etrafına bakmaya başlamıştı. Nerede olduğunu bilmiyor ya da yeni farkına varmış gibiydi. Birkaç basamak. Birkaç basamak sonra karşısındaydım. Bakışlarım yağmur yüzünden sırılsıklam olmuş saçlarında ve yüzünden dolaşırken düşündüm, bir Türk kızına bu derece uzun bakma demişti sanıyordum ki babam. Nedenini o an anlayamamıştım lakin, şu an ben, ben...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAK
ChickLitBaşak, kitaplara aşık ve onlardan herkesin faydalanmasını isteyen bir kitapçıdan fazlası değildi. Okumaması gereken bir kitabı okurken de, nasıl olduğunu bilmeden kendini kitabın içinde bulurken de. ........... Kitabı ışığa yaklaştırıp sayfalarını...