BÖLÜM 8 'Balo Sabahı'

18 2 0
                                    

*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.


Bir kitabın içine girdiğimi fark etmek, kabullenmek ve çözüm bulmak evrelerini adım adım geçtiğim bu süreçte odağımın başka bir şeye kayması kabul edilemezdi. En azından benim etmemem lazımdı.

Bir an önce kendime gelmeli, kabullenme evresinden çözüme atlamalıydım ancak işler bu noktada bir hayli sarpa sarmıştı. Yalan yok. Eğlenmediğimi söyleyemezdim özellikle gözlerimi sabahın ilk ışıklarıyla değil de evin küçük hanımının çığlıklarıyla açtığımı düşünürsek. Bu küçük hanım her kimse, kendisiyle bir türlü karşılaşamamıştık, benim için bir kitapta zengin ailenin her dediği yapılan ama kendisine asla yaranılamayan biraz cadı biraz sevimli o tam olarak herkesin bildiği küçük kız tiplemesiydi.

Çok değil, daha birkaç saniye önce beni uyandırmaya elinde yine kutular ve poşetlerle gelen, nedense hep bir şey vermeye geliyordu, Melike'yi bütün evi inleterek yanına çağırmış ve her ne konuştularsa bir anda yine herkesin duyacağı biçimde ağlamaya başlamıştı. Melike'ye ve Madam Lorraine'e bol bol sabır diliyordum.

Melike'nin çıkmasının ve duyduğum ağlamayla karışık çığlık seslerinin arasında kalkmış, elimi yüzümü yıkamış ve yatağa geri dönmüştüm. Yatağın hemen üstünde Melike'nin çıkmadan bir hışımla bıraktığı şeyler duruyordu. Bana en yakın olan siyah poşetini kendime doğru çekip içindekileri birer birer çıkardım.

Bunlar kıyafetlerdi. Yani günlük kıyafetler.

Başka poşetleri de boşaltıp her şeyi neredeyse yatağın üzerine serdim. Bana ve geldiğim döneme o kadar yabancı eşyalardı ki her dikkatimi çekeni, her şeyi, sanki bir nostalji müzesindeymişim gibi inceliyor ve bir diğerine geçiyordum. Çoğunluğu satenden oluşan bluzlar, şifon ve diz altı ama çok da uzun olmayan etekler, etekli ceketli takımlar ve kısa topuklu ayakkabılar...

En ilgimi çeken şey her bir kombinin, evet her poşet kombin olacak şekilde hazırlanmıştı, bir fular ya da eldiveni olmasıydı. Bu dönemlerde en çok kullanılan aksesuar olmalıydılar.

Nedendir bilmem bir etek ceket takım kombini giymenin ilginç olacağını düşündüğümden hevesle yatağın ayak ucuna bıraktığım açık gri takımı içindeki beyaz işlemeli gömleği ve bütün aksesuarlarıyla toplayıp banyoya ilerledim. Kısa diyemeyeceğim bir sürenin ardından banyodan çıktığımda henüz içeri girmekte olan Melike ile karşılaşmıştım. Beni görünce gülümsedi.

"Amanın! Bedenen bile cuk oturmuş ya! Helal bana."

Bir eliyle her iki omzunu da pat patladığında bu kıyafetleri onun seçtiğini anlamıştım. Ee tabi, her giyeceğimi Roderick'in seçecek hali yoktu ya!

"Valla genç hanımım, durun." Yanıma gelip gömleğimin yakasını düzeltti. Bu takımı ve aksesuarları giymek o kadar zor olmuştu ki bir ara bunaldığım için yere oturup beklemiş sonra geri kalkıp giyinmeye devam etmiştim. Belli ki yine de pek düzgün olmamıştı. "Ben de bir göz var ayıptır söylemesi, bedenmiş, ölçüymüş hiç bilmem! Bir bakarım göz ucuyla aha! Oracıkta deyiveririm size ne olur ne olmaz."

Melike'yi tanımlayacak bir kelime seçecek olsam bu kesinlikle tez canlı olurdu. Çünkü onu tanıdığımdan beri o kadar kıpır kıpır ve renkliydi ki beni elinden her iş geleceğine ikna etmişti. Ona şöyle bir bakınca yaşının benden çok da büyük olmadığına kanaat getiriyordum. Boyumuz neredeyse aynıydı ki ben kendimi uzun biri olarak tanımlardım. Küçük ve yuvarlak bir yüzü vardı, gözleri de aynı şekilde küçüklerdi. Hatta biraz daha dikkatli bakınca Melike'nin yeşil gözleri olduğunu fark ettim. Ama oldukça koyu bir yeşildi.

RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin