*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.
Aynaya bakmaya dayanamayıp panikle bir adım geriledim ancak giydiğimin yeni farkına vardığım topuklularım yüzünden hali hazırda yaralı olan ayağım acımıştı ve ağzımdan küçük bir çığlık kaçmasını engelleyemedim. Refleks olarak ağzımı kapattım ama o sırada gözüm perdesi açık olan pencereye takılmıştı ve gördüğüm şeyin gerçekliğini sorguladım.
Birkaç adımda pencereye ulaşırken ağzımdaki ellerimi indirmiş, pencereden başımı hafifçe eğmiştim. Hava kararmıştı.
Akşam olmuştu. Yalnızca birkaç saniye içerisinde.
Şaşkınlıkla karışık korkum mantıklı düşünmeye çalışmamı engelliyordu. "Kitap...kitap yüzünden olabilir mi?" Kendi kendime mırıldandım. Bu soruya cevap bulabilir miydim ki?
Pencereden bir kez daha baktım ancak bu sefer başımı aşağıya doğru birilerini görebilecekmişçesine eğmiştim. Bir kez daha şaşırıp ağzımın aralanmasına izin verdim çünkü gördüğüm şey upuzun bir halı, karanlıktan rengini kestiremiyordum ve o halının yanlarına asılmış ışıklandırmalardı. Bu ince ve uzun halı bir yolmuş gibi boylu boyunca serilmiş ve pencerenin altına doğru ilerliyordu. Biraz daha eğildiğimde halının son bulduğu yerin pencerenin hemen altındaki kapı olduğunu fark ettim. Köşkün girişi olmalıydı.
Ve o an bir başka farkındalık baş gösterdi. Kafamı içeri sokup etrafa bir göz attım.
"Burası benim odam değil..."
Yani, bana verilen odada değildim. Bu da işleri daha da karmaşıklaştırıyordu. Buraya ne ara ve nasıl gelmiştim? Bir hafıza kaybı yaşamam daha olası mıydı? Çünkü kitaba nasıl girdiğimi de tam olarak hatırlayamıyordum ve şimdi de bu olmuştu.
Ya o an masada yanlış ya da söylememem gereken bir şey söylediysem? Bunu nasıl bilecektim ki? Hatırlamıyordum!
Kapı çalınca irkildim. Pencerenin önünde put gibi durmaktan başka bir şey yapmadığımdan doğal dursun diye hızla etrafa bir bakış attım benim odamdan farklı bir konumda, yatağın hemen ayak ucunda olan küçük koltuğa kendimi bıraktım. Elbisemin kırışmamış olmasını umdum. Tek derdim buydu şu an.
Açılan kapıdan gelmesini beklemediğim, kimi umduğumu da bilmiyordum, ama tanıdık bir yüz çıkınca kaşlarımı çattım. Bu Celal Paşa'nın yeni tanıştığım küçük oğluydu. Adı neydi? Bunu konuşmadık diye hatırlıyordum.
"Başak Hanım? Kusuruma bakmayın, sizi de burada öylece bıraktık." Kapıyı ardında kadar açıp eliyle koridoru gösterdi. "Odanızı kullanmamıza izin verdiğiniz için müteşekkiriz(çok minnettar). Ablamın baygınlık hali geçene kadar bekleriz sanıyordum ama kendi odasına götürdüler. Odanıza geçmek isterseniz, şu an boş."
Söylediklerinden bir şey anlamamam kesinlikle kullandığı kelimelerle alakalı değildi. Bir şeyler yaşanmıştı ve ben o olayları hatırlamadığım için neye nasıl tepki vermem gerektiğini de bilmiyordum. Biri mi bayılmıştı? Kim? Ne zaman?
Ablam dediğini düşünürsek ya masada tanıştığım Aleyna isimli genç kız ya da henüz görmediğim ama bugün geleceğini bildiğim büyük kardeş olan Berceste olmalıydı. Hangisi olduğunu nasıl bilecektim? Doğrudan sorsam olur muydu acaba?
"Ah! Sorun değil. Ablanın iyi olduğunu temenni ediyorum (diliyorum)." Doğru yerde kullandığıma inandığım kelimeyle beraber sorumu yönelttiğimde dudaklarını büzdü. İşte şimdi büyük laflar eden genç bir çocuktan daha çok tam bir küçük çocuk gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAK
ChickLitBaşak, kitaplara aşık ve onlardan herkesin faydalanmasını isteyen bir kitapçıdan fazlası değildi. Okumaması gereken bir kitabı okurken de, nasıl olduğunu bilmeden kendini kitabın içinde bulurken de. ........... Kitabı ışığa yaklaştırıp sayfalarını...