*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.
Sandığımdan daha hızlı kavrıyorsun. Diğerlerinin aksine. Bilinçli olman iyidir, seni hayatta tutar. İhtiyacın olacak.
"Diğerleri mi? Kimler?"
Köşkün kendisi kadar eski olan merdivenleri her bir adımımda normal şartlarda uyuyor olan herkesi uyandıracak şekilde gıcırdıyor, ben ise ayağımdaki topuklularla dengemi kaybetmemek için duvara tutunarak çıkıyordum. Merdivenlerin sonuna ulaştığımda ciğerlerim sanki buz gibi bir suyu tek seferde içmişim gibi yanıyordu.
Ama aklımda tek bir şey vardı.
O kimdi?
Neden donmamıştı?
Bu o anlama mı geliyordu yoksa? Başka birileri de...
Zihnim karmakarışıktı. Roderick ile Kadir Bey'i orada öylece bırakmış olmaya bile odaklanamıyor, sadece o kişiyi bulma umuduyla koşuşturuyordum. İlk kattaydım, benim odamın katıydı ve Roderick'in. Köşk o kadar büyüktü ki bir katta en az dört kapı görüyordum. Bu katı pas geçerek hemen diğerine çıkmak için merdivenlere yöneldim. Gıcırdayan merdivenleri topuklularıma rağmen birer ikişer çıkarak sona ulaştığımda panikle etrafa bir bakış attım. Merdivenlere doğru bakan kapı Ali Osman'a aitti. Sağıma döndüğümde bu katta da dört kapı olduğunu anlamamı sağlayan diğer üç kapıyı görünce istemsizce yürümeye başladım. Acaba hangisi Berceste'nin odasıydı? Madam'ın da bu katta olduğuna dair güçlü varsayımımla üç kapının ilkine, Ali Osman'ın odasına daha yakın olan kapıya yöneldim.
Kapının tam önünde duruyordum ve kalbim küt küt atıyordu. Ya odanın için hareket eden birini görürsem? Ona ne diyecektim?
Elimi kapı koluna uzatırken gözüme bir damla su damladı. Gözlerimi hızla kırpıştırırken bir tane daha, sonra bir tane daha. Nereden geldiğini anlayamadığım su yüzünden gözümü ovuştururken başımı kaldırdım. Bu da neydi böyle?
Tavanda bir çeşit kapı vardı. İşte tam o an kafama bir şeyler dank etti. O kişinin olduğu yer neresiydi? Ali Osman'ın camının sol üst penceresinde...
"Çatı katı mı var?" Sesim koridorda yankılanırken ellerimi ağzıma kapattım. Ev o kadar sessizdi ki bağırmış gibi olmuştum. Umuyordum ki o kişi her kimse beni duymamıştı. Su damlaları birkaç kez daha damladığında kendimi kapıdan uzaklaştırdım. Tavanda yatay bir şekilde duran tahta kapı su sızdırıyordu. Bu da yukarda gerçekten biri olduğu düşüncesinden emin olmamı sağlamıştı. "Pekala...Şimdi ne yapmam gerekiyor?"
Tavanlar bizim zamanımızda olduğu kadar yüksek olmasa da elimi uzatıp dokunabileceğim kadar da yakında değildi. Bu yüzden bu kapının dışardan açılabilmesi için sopa gibi bir şeyle kapı kolunun çekilmesi gerekiyordu. Aslında çekmek için bir ipi olabilir diye düşünüp hızlıca göz atmıştım ancak kafama birkaç damla su daha yemekten başka bir işe yaramamıştı.
"Sandalyeye ihtiyacım var. Evet, evet. Bir sandalye."
Tam önünde durduğum ve az önce açmak üzere olduğum kapıya doğru uzanıp kulpu indirdim ancak kapı açılmadı. Kilitliydi. Birkaç kez daha denedim ama açılmıyordu işte. Fazla üzerinde durmadan Ali Osman'ın odasına ilerledim, orada bir sandalye bulacağıma emindim. Çok geçmeden tavandaki kapının hemen altına geri geldiğimde yerdeki su birikintisinin üzerine yerleştirip üzerine çıktım. Elbisem mahvolmuştu, saçım dağılmıştı. Üstelik bir de gözümü ovmuştum ki muhtemelen şu an yüzüm de darmaduman bir haldeydi. Ancak bu kitabın içinden çıkmak için neler döndüğüne hakim olmam gerektiğine o kadar inanıyordum ki, resmen gözüm dönmüştü. Belki de gerçekten kitabın içine giren başka biri de vardı? Ve eğer biri benim gibi donmalardan etkilenmiyorsa bunun başka ne açıklaması olabilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAK
ChickLitBaşak, kitaplara aşık ve onlardan herkesin faydalanmasını isteyen bir kitapçıdan fazlası değildi. Okumaması gereken bir kitabı okurken de, nasıl olduğunu bilmeden kendini kitabın içinde bulurken de. ........... Kitabı ışığa yaklaştırıp sayfalarını...