Perdenin sıyrılma sesi ve gözüme çarpan güneş ışığıyla uyandığımda elimi hızla gözüme kapattım. Elim fayda etmeyince yorganı yüzüme kadar çekmiştim ama biri benden önce davranıp yorganı kaldırınca o kişiye bakma ihtiyacı hissettim. Melike başımda dikiliyordu.
"Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun hanımım. Kalkma vaktidir."
Melike kolumdan tutup beni doğrulturken ayak uydurmaya çalıştım ancak gözlerim geç yattığım için açılmakta zorlanıyordu. Çok yorgun hissediyordum.
"Hanımım bir kahvaltı hazırlamışım, aklın şaşar. Bir kuş sütü neyin eksik. Onu da Kadir bulamadı." Kahkaha atınca ovduğum gözlerimden elini çekip Melike ile göz göze geldim. O çok garip görünüyordu. Garip bir şekilde...mutlu.
Bu bir savunma mekanizması mıydı? Kötü bir olay sonrası bedenin yıkılmamak için olayları göz ardı etme durumu gibi bir şeydi belki de. Çünkü şu an ki enerjisi dün gördüğü yıkılmış kadınla uzaktan yakından ilişkili değildi. Kimsenin acısını nasıl yaşayacağına karışacak değildim bu yüzden yorum yapmak istemedim.
Beni resmen yürütüyordu çünkü hala ayılamamıştım. Kendimi ona bırakmıştım tamamen. O da fırsattan istifade bana istediğini yaptırıyordu. Dolabın karşısına geldiğimizde boy aynasından tipimi görüp gözlerimi büyüttüm. Dağılmıştım resmen. Beyaz tenim iyice ölü grisine dönüş, göz altlarım morarmıştı. Makyaj malzemelerime en çok ihtiyaç duyduğum andı şu an.
Melike hemen arkamda duruyor dolabın kapağını açıyordu. "Heh, işte."
Mırıldanınca onun yaptığını yapıp dolaba bakmaya başladım ben de. Ve gördüklerimle ağzım şaşkınlıkla açılmıştı. Dolap resmen ağzına kadar kıyafetlerle doldurulmuştu. Bu dolabın boş olduğuna emindim.
"Şunların güzelliğe bak hele. Zevkiniz de pek güzelmiş hanımım ya."
Belli ki bunları ben seçmiştim. Zaman atlamalarından birinde olmuş olmalıydı. Üzerinde durmadım. Melike geri çekilip arkamdan geçti. "Siz giyinin hanımım. Ben de size saç tokası seçeyim."
Saç tokası mı? Kaşlarımı çatıp Melike'ye döndüğümde aynalı masaya oturmuş çekmeceyi açıyordu.
"Aslında orada bir şey yok..." Sözümü bitirmeme gerek kalmadan çekmeceden eski dönemlere ait olduğu belli işlemeli ve taşlarla kaplı bir tarak çıkardığında durdum. Gözüm açık çekmeceye takıldığında içinin çeşitli toka ve başka şeyler dolu olduğunu gördüm. Daha birkaç saat önce bomboşlardı.
Kafam karışmış bir halde çekmeceye bakarken Melike onu kapatıp bir altındakini açtı. Oradan küçük bir el çantası çıkarıp masanın üstüne bıraktı. Çiçekli ve el yapımı olduğu belli olan örme bir çantaydı. Küçük deliklerinden içindekileri görebiliyordum. Şeye benziyorlardı...
"Makyajınız da burada. Sürünüp gelirsiniz artık. Tuvalet odasında da birkaç şey vardı. Durun getireyim."
Kaşlarımı çatmaktan başım ağrımaya başlamıştı bu yüzden başımı iki yana salladım. Neler oluyordu yine? Bir zaman atlaması daha mı yaşamıştık? Ama bu çok mantıksızdı, diğerlerinin mantıklı olduğunu iddia ettiğimde değildi, ama buna sebep olacak bir şey yapmamıştım ki. Gazeteye yazdıklarım yüzünden miydi? Biri bulup okumuş muydu? Ama bunu bilirdim, yani biri odama girip yastığımın altında bir şey arasa bunu hissederdim.
Hemen arkamı dönüp yastığıma uzandım.
Gazete oradaydı.
"O nedir hanımım? Verin atayım." Melike arkamda belirince korkuyla sıçradım. "Yok, yok. Benim o. Okuyordum da orada kalmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAK
ChickLitBaşak, kitaplara aşık ve onlardan herkesin faydalanmasını isteyen bir kitapçıdan fazlası değildi. Okumaması gereken bir kitabı okurken de, nasıl olduğunu bilmeden kendini kitabın içinde bulurken de. ........... Kitabı ışığa yaklaştırıp sayfalarını...