BÖLÜM 3 'Celal Paşa'nın Köşkü'

25 3 0
                                    

*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.


"...kesinkes demedi mi? N'aparız bey, onu görürse?"

Gözlerimi araladığımda kelimenin tam anlamıyla dünyanın döndüğünü düşündüm. Başıma giren keskin bir ağrıyla açılan gözlerimi hızla kapatmak zorunda kalmıştım ve dönmenin durmasını bekledim. Birkaç saniye içinde hazır olan gözlerimi yeniden açtığımda her şey daha normaldi. İlk yaptığım şey etrafıma bakıp nerede olduğumu anlamaya çalışmaktı ama o esnada çok uzaktan geliyormuş gibi olsa da aslında çok net duyulan birtakım seslere kulak kesildim. Birileri tartışıyordu.

"Yapma n'olursun hanım! Sen benim neler yaşadığımı anlamaz mısın? Gavur bey keçileri kaçırdı diyorum sana, napaydım? Kızla beraber adamı orada mı bırakaydım?"

"Ne bilem ben? Ben beye ne dicem diyom sana! Azarı sen mi yicen ben mi?"

"Deme öyle deme!"

Yataktan doğrulmaya çalıştım ancak bunu yaparken o kadar ani kalkmıştım ki kolum orada olduğunun bile farkında olmadığım bir komodine çarpmış ve üzerindeki bardak büyük bir gürültüyle yere düşmüştü. Panikle parçalara ayrılan bardağa bakarken kapının arakasından bir hareketlenme sesi geldi ama beklememe rağmen kimse içeriye girmedi. Bunu fırsat bilerek yataktan hızla kalktım, az kalsın kırılmış bardağın parçalarına basıyordum ki ayaklarımı hemen geri çektim. O esnada gözlerim aynı bardak gibi düşmüş ve ıslanmış gazeteye takılmıştı. Gazetede gördüğüm boydan boya Atatürk fotoğrafı ile kaşları çatıldım çünkü uzun bir zamandır gazetelerde Atatürk fotoğraflarının basıldığını görmemiştim. En azından milli bayram değilse.

"Hakimiyeti Milliye mi? Böyle bir gazete mi varmış?"

Gazeteye uzandım ve ıslanmış yerlerini elimin tersiyle silmeye çalıştım. Atatürk'ün kaşları çatık siyah beyaz fotoğrafına bakarken gülümsememek elde değildi. Ama düşününce, hangi günde olduğumu bilmiyordum, acaba milli bir bayram falan mıydı? 19 Mayıs gibi. Eğer günlük alınmışsa gazetenin bana tarihi söyleyeceğini bildiğim için bir göz attım ve en tepedeki tarih ibaresinde durdum.

"5 Nisan 1938. Evet işte, herhangi özel bir gün değil."

Gazeteyi katlayıp bir kenara koyarken bir yandan da odaya bakmaya başlamıştım. Odada o kadar çok ahşap eşya vardı ki, biraz boğucu duruyordu. Evin eski olduğunu tasarımından bile söyleyebilirdim. Acaba kimin eviydi? Ayağa kalkıp odada dolaşmaya başladım. Odanın içinde ilgimi çeken ilk şey devasa diyebileceğim büyüklükte bir kitaplıktı. Gülümseyerek kitaplara, yani uzmanlık alanıma doğru ilerledim. Ellerimi kitapların üzerinde hafifçe gezdirirken isimlerini okuyordum, birçoğunun akademik kitaplar olmasının yanında bildiğim birkaç roman da yer alıyordu. Çalıkuşu romanını görmemle gülümsedim ve kitabı hemen yerinden çıkardım. Kitap ansiklopedi türü bir kitapmış gibi kalın kapaklı bir şekilde basılmıştı ve çok ağırdı. Kapağı biraz inceleyip kaldırdım ve boş bir sayfa ile karşılaştım. Sayfayı çevirdim ve ardından çıkan bir boş sayfadan sonra kaşlarım istemsizce çatılmışlardı. Çok beklemeden sayfaları hızlıca çevirmeye başladım. Boş, boş ve boş. Bütün sayfalar bomboştu!

Anlamsız bakışlarla kitabı aldığım yere geri koyup onun hemen yanında duran bitkilerle alakalı bir kitabı elime aldım, bu tür kitapların yazarlarıyla ilgili çok bilgim olmazdı ama yine de kapağı ilgimi çekmişti ve onun da sayfalarını çevirmeye başladım. Ancak şaşkınlığın beni tekrar ele geçirmesi uzun sürmedi çünkü bu kitapta boştu! Onun yanındaki de. Ve diğerleri de. Elime kaç tane kitap alırsam alayım bütün kitaplar sanki basılmayı unutulmuşlar gibi yalnızca kapaktan ibaretlerdi. Şaşkınlıkla etrafıma bakarken farkında olmadan yere dizdiğim kitap yığınına bir bakış attım. Burayı toplamam gerekecekti.

RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin