BÖLÜM 4 'Roderick Álvarez ile Karşılaşmak, Yeniden'

26 3 0
                                    

*İspanyolcada hanımefendi ve beyefendi anlamına gelen iki kelimenin yazılışında bizim dilimizin aşina olmadığı bir harf olan 'ñ' kullanıldığından ve okurken nasıl telaffuz edildiği konusunda soru aldığım için 'señor ve señorita' kelimelerini okunduğu gibi yazmaya karar verdim. 'Senyör ve senyorita' şeklinde.



"¡Ay mi tío (Ay, amca!)! Beni anlamıyorsunuz siz! Dinlemeniz gerek."

"Dur bakalım orada! Sen beni dinleyeceksin önce!"

Roderick Álvarez etrafına bakındı hızlıca. Hareket etmiyordu ki! Kendisine durmasını söyleyen adam karşısında bir oraya bir buraya dönüp duruyordu. Başı dönmüştü başı! Yine de ona karşı gelmek istemediği için dediğini yapıp hiç kıpırdamadan beklemeye başladı. Babası kendisini dünyanın bir ucundan bir ucuna gönderirken Türkler hakkında epeyce uyarmıştı, otoriterlerdir, demişti. Roderick Álvarez karşısındaki bembeyaz sakalları aynı şekilde bembeyaz saçlarına karışmış, sert çehresi ile karşısında ondan izinsiz konuşmak istenmeyecek bir hava yaratan bu adamı da küçüklüğünde de aynı babasının dediği otoriter tavırla tanırdı. Ama yıllar geçip de tekrar bir araya geldiklerinde adamın epey değiştiğini fark etmişti. Bir savaş esnasında aldığı gözünün hemen altından kulağına doğru ay şeklinde uzanan bıçak yarası da çocukluğunda gördüğünden daha soluk olmasına rağmen hala kendini belli ediyordu. Adam artık daha da korkutucuydu.

"Benim adım Celal Paşa! Benim itibarım buradan yedi düvele bilinir. Bilinir bilinmesine de" odanın içinde ileri geri yürümeyi bırakıp karşısında dimdik duran gence döndü. Hareket etmemek için uğraşıyor gibiydi. "Bu kadarı da pes! Hastaneyi birbirine katmak nedir oğul! Sen aklın mukayyetini mi yitirdin?"

Akıl dediği şeyin ne olduğunu biliyordu ancak diğer kelimeden emin değildi. Üstelik bir şeyini de yitirmemişti, hiçbir şey kaybetmemişti. Yaşlı adamın kızgın olduğunun farkındaydı, neden bu kadar kızdığını da anlayabiliyordu aslında. Kendisi burada misafirken bir de yanında kimseye haber vermeden birini getirmişti. Hastanede söylediği yalanı da savunmuyordu. Ama kendisini bir anlatabilse emindi ki karşısındaki bu sert adam bile anlayacaktı. Lakin dinlemiyordu ki!

"Tío (amca)! Dinlemiyorsunuz. Hep sen haklısın ben biliyorum zaten. Ama bu seferinde ben de haklısın. Yok, öyle değil, ben de haklıyım. Böyle."

Celal Paşa ellerini arkasında birleştirmiş halde gencin kendinden emin sözlerini dinledi. Belki de bu kadar sert olmadan önce gerçekten onu dinlemeliydi. Sonuçta kaç senelik dostunun güvenip de yanına yolladığı bir emanetti, eğer sözleri mantıklı gelmezse gereğini yapar cezasını verirdi. Gencin dik duran başına bakarken gülmek istedi. Soylu olduğu her halinden belli tavırlarında saygısızlıktan o kadar eser yoktu ki, Celal Paşa dostunun, silah arkadaşının böyle bir evlat yetiştirmesine hiç şaşırmamıştı. Bir kere görünüş olarak babasının aynısıydı Roderick. Ela gözlerinden tut boyuna posuna kadar.

Babası kalıplı bir herifti. Celal Paşa kendisini hep küçük hissederdi yanında. Yaş olarak da büyüğüydü halbuki. Bu genç adam da aynı babası gibi enine boyunaydı hatta belki babasından biraz daha uzundu. Saçları farklıydı ama. Hem de çok. Babası düz ve siyah saçlara sahipken Roderick kıvırcık ve kumraldı. Bu özelliğini annesinden almış olmalıydı. Celal Paşa, dostunun ülkesine dönünce zengin bir hanımla evlendiğini biliyordu, soyluydu da üstelik. Ondandı bu gencin bakışlarından bile bir asaletin akması. Takdir edecekti ama genç düşündüğünden çok daha mütevazi, çok daha saygılıydı. Babasına bununla alakalı bir mektup yazmalıydı. Ortalığı epey karıştırdığını da ekleyerek.

"Konuş bakalım oğul. Madem anlatacakların var. Dinleriz. Lakin bir an evvel de ne diyeceksen, namaz vaktidir."

"Namaz? Ben biliyorum namaz. Beş kez kılarsınız."

RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin