Yemeğimi yerken önümde açmış olduğum Lucifer dizisini izliyordum Netflixten. Bu diziyi daha öncesinde bir kez izlemiştim ama ben izlediğini tekrar tekrar izleyen biriydim. Yeniliklere pek açık değildim dizi konusunda. Hayattaki insanlara açık olamadığım gibi.
En sevdiğim çorba olan ezogeline ekmeği bandırıp yemeye bayılırdım. Sonra yenmeyi bekleyen sarmalara baktım, biraz fazla almıştım doya doya yemek için.
Etrafa şöyle bir göz gezdirdim. İlk dakikalara nazaran biraz azalmıştı. Ben de her zamanki yerime oturmuş gelen geçeni gözetlemeyi de ihmal etmiyordum. Birinin ne giydiğine, diğerinin kimin arkasından konuştuğuna baka baka yiyordum yemeğimi.
Sonra genel olarak baktım yemekhanedeki herkese. Doğduğumuz andan itibaren altın kaşıklardan yedik yemeğimizi. Dünyanın dertleri asla rahatsız etmedi bizi. Ne parasızlık, ne açlık, hiçbir şey. Dertsiz büyütüldükten sonra gelen dertler bizi fazla zoryalabileceğini düşünmeden hareket ediyorduk hep.
Ama ben korkuyorum. Korkum da küçükken annem ve babamın bana tek kötü laf etmemiş olması, gerçek hayattan uzakta huzuru göstermiş olmaları.
Ne var bunda diye düşünüyor olabilirsiniz ama her şey bu kadar basit değildi, olamazdı.
17 yaşıma gelmiş genç bir kızdım ben artık. Hayatımı tepe taklak edecek o lanet olası günü görüp yaşadıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olamıyordu. Evimin sıcaklığını ne kadar çok özlemiş olsam da orada kan kokusunu almaktan çok korkuyordum.
Ne zaman evimi, çocukluğumun geçtiği yeri hatırlayıp özlemle dolsam da 'hayır' diyordum kendime. 'Sen artık oraya ait değilsin, düşünmeyi bırak ve görmezden gelmeye devam et.' Kendime hatırlattığım kelimelerdi bunlar.
Sustuğum her an kendimden nefret etsem de bencil biri olarak yetiştirildiğim gerçeği vardı her şeyin önünde. Önceliğim bendim.
Şu an annemin beni koruduğu gerçek hayatın içine bırakılmıştım babam yüzünden. Sonradan fark etmiştim beni korurken zararın en büyüğünü hazırladıklarını. Babam akacak gözyaşıma dünyayı yakardı, ağlatmazdı asla beni. Bir ana kadar bu böyle sürdü ama sonra kendisi beni yere düşürüp ağlatmış ve gözyaşımı silme zahmetinde bile bulunmamıştı.
Bir an karanlık düşüncelere daldığımı fark edip irkildim ve gerçekliğe döndüm. Etrafa göz gezdirdim.
Zengin okulu olduğu için babalarının banka hesabındaki sıfırlara bakarak makam kazandığı sanan kızlar da vardı. Üstünlük babası daha zengin olanda diye bir gerizekalı düşünceye de sahiptiler ve dedikodu peşindeydiler. Cırtlak sesleri bana kadar geldiği için ister istemez duyuyordum onları.
Instagramda buldukları zengin erkeklere yürüdüler hakkında bahsedip karşılaştırıyorlardı hesapları.
Keşke bunların arasında kalmasaydım. 46 gündür eski hayatımı çok özlüyordum ama bir yandan burdaki rahatıma da alışmıştım. Harcasam ya da harcamasam babam paramı yolluyordu, ne olur ne olmaz diye arabam okulun otoparkında duruyordu. Ve en önemlisi ailemi her gün görmek zorunda değildim.
Ama artık her saat başı karşılaştığım ve sinirimi bozan bir herif vardı. Ve şu an yemeğini alıp benim yanıma gelmekten başka bir şey yapmıyordu.
"Çok güzel bir yer seçmişsin." Diyerek hemen yanıma oturdu camış. Sinirle ona dönüp ateş eden gözlerimle bakmaya başladım hiçbir şey demeden. O ise gayet rahat bir şekilde yemeğini yemeye başlamıştı.
Gözleri bana kaydığında gülümseyip, "Bana bu kadar güzel bakma mahcup oluyorum." Diyerek önüne dönmesiyle kendimi bir kabusun içindeymiş gibi hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ha-zel & Tecessüs | ♥︎
Любовные романы"Hey," dedi bir ses. Keyfimin içine edeni merak ettiğim için gözlerimi açtım. "Ne var?" Dedim karşımda bir erkek görmenin verdiği şaşkınlığı ele vermeden. İki eli cebinde biraz eğilmiş, yüzünde küçük gülümsemeyle bana bakıyordu. "Sigarandan birkaç d...