five

818 30 2
                                    

Okulun yatakhanesini inletmeye başlayan alarm sesiyle, korkuyla uyandım. Hiçbir zaman böyle uyanmaya alışamayacaktım sanırım. Kabus görmüş de uyanmış gibi nefes nefeseydim.

Saat 8 olmuş ve dersin başlamasına bir saat vardı. Bu okulda derslere girip ve belirlenen yüzdenin üzerinde okuduğunuz sürece hiçbir sorun yaşanmıyordu. Buradaki amaç okuyan öğrencilere yer vermekti. Ortalaması düşenlerin kovulması an meselesiydi. Bu nedenle burada okuyan her kişi elinden gelenin en iyisini yapıp şikayet etmeden belirlenen kurallara uymak zorundaydı.

Derslere de girebilmek için forma giymek zorundaydık yoksa yoklamaya giremiyorduk ve bu da devamsızlıktan sayılıyordu.

Okulun sevdiğim şeylerinden biri de günde farklı derslere aynı anda girmek yerine her gün belirlenen derse yoğunlaşıyorduk. Mesela bugün ingilizce dersi günüydü. 2 saatten 3 tane derse girecektik ve her ders farklı öğretmenlerden bilim alıyorduk ve bu gelişim için oldukça iyiydi. Farklı öğretmenlerden farklı bakış açısı.

Gece kalan ödevlerimi yapıp çantamı hazırlamıştım ve bol bol test çözmüştüm. İlgilizceden derece almamız istenildiği için IELTS (International English Language Testing System) adlı sınav için de ayriyetten hazırlanıyorduk.

Formamı giyerken esnemeden duramamıştım. Banyoya girip işlerimi halledip odamdan çıktım. Şifreli kapı olduğu için anahtar derdi olmuyordu. Çoğunluk 4 haneli şifre yaparken ben 12 haneli yapmıştım. Bu yüzden içim hep rahattı odadan çıkarken.

Okulda kahvaltı yapmak istemiyordum nedense. Okul dışına çıkma perilerim gelmişti. Derse geç kalmamak suretiyle okula girip çıkmak serbestti. Arabamın anahtarı çantamdaydı bu yüzden yürüyerek otopark çıkışına kaçtım fazla kişinin dikkatini çekmeden.

Özellikle Barın'ın. Her an bir yerden çıkacakmış gibi hissediyordum. Salak herif paranoyak edecekti beni.

Birkaç araba dışında çoğu yer boştu. Ailelerin çoğu araba bırakacak kadar şefkatli değillerdi.

Benim arabamın yanına park edilmiş bir araç vardı. "Onca boş yerin arasında elbette ki benim yanıma park etmeleri lazım." Diyerek söylenip anahtarı çantamdan çıkarıp kilit açma düğmesine bastım.

Çıkan bildirim sesiyle ben çok ürkmüştüm bir de, "Bismillah." Diyen birini duyduğuma emindim. Etrafıma baktım. Kimsecikler yoktu.

Arabama yanaşmış ve bir kez daha etrafı kolaçan etmiştim ki arkama dönmemle Barın karşımda duruyordu. 

Ama bu öyle böyle durmak değildi. Spor atletiyle kısacık şort giymişti. Saçları ıslak ve omzuna astığı spor çantası vardı. Dün dediği gibi spordan dönmüş olmalıydı ve kendisi de bana yapıştığı gibi arabasını da dibime sokmuştu. 

Onu görüp gülümsemeden edemedim ama bu saniyelik bir olaydı. Hemen kendime geldim. "Tam kimseye özellikle de Barın'a yakalanmadan çıktım derken sen benim karşımda beliriyorsun. Çıldırmalık bir olay." Dedim gerginlikle.

"Sabah sabah bal damlıyor ağzından." Dedi o da. Gözlerimi devirip arabamın kapısını açtım. "Nereye?" Diye sordu hemen.

"Zıkkımlanmaya. Gelecek misin?" Diye sordum aynı sıfatla. O da arabanın diğer kapısını açıp binince gözlerimi devirdim. Bendeki de soru muydu, elbette gelirdi.

Ben de binip çalıştırdım arabayı. Otoparktan çıkıp, okul meydanından geçip, güvenlikten kimliğimi alıp nihayet yoldaydım.

Okul silivrideydi. İstanbul'un herhangi bir merkezinde değil de biraz kenarda kalıyordu. Bu nedenle Silivri merkeze inip kafede kahvaltı yapacaktım.

"İki gündür yapışık ikiz gibi geziyoruz." Dedim Barın'a hitaben. Yoldan bakışlarını kesip bana döndü. "Beni bir sal artık." Diyerek saniyelik bakış attım ona.

Cevap vermedi, bir süre sustu sadece. "Ehliyetin var mı?" Diye sordu sonra. Yola odaklanmış ve kemerini bağlamıştı. Kapıdaki çıkıntıyı da sımsıkı tutmuştu.

"Merak etme, ehliyet sınavından geçip sürüş izni çıkarmıştım. Henüz 17 yaşında olduğum için ehliyeti alamadım." Dedim işlek çaddeye saparken. Silivri yazlıklarla dolu bir yerdi daha çok. Yaz havası hakimdi bence hep buraya.

Güzel bir mekan gözüme girince orada durdum. Arabamı park edip indim. Hemen ardımdan Barın da inmişti. "Çok güzel bir mekan burası." Dedi gülümseyerek. Elimden tuttu hemen sonra, "Gel, girelim."

Peşinden kafeye girdik. Yöresel bir yere benziyordu. Bir kenarda yufka açan yaşlı kadınlar aralarında sohbet ediyordu. Yaşlı bir dede yaklaştı bize, "Barın, hoş geldin." Diyerek sarıldılar birbirlerine. Bu halleri içimi sıcacık yapmıştı. Bu tür saf sevgiye, şefkate canım fedaydı ama bana böylesini yaşatan olmamıştı daha.

Dedemle anneannem aklıma düşmüştü birden, onları çok özlemiştim. Bir ara onları haber almaya gitmeliydim. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli.

"Ustam kız arkadaşımı getirdim. Donat bize masayı." Demesiyle kalbim delirmişti. Boynuma çıkıp atıyordu. Barın'ın tuttuğu elim terlemişti bile. Ne demek kız arkadaşım. Sevgili anlamında değildi değil mi? 'Sadece arkadaş ama kız olandan' demek istemiştir umarım.

"Hadi geçin siz bir yere. Ben hazırlıyorum." Dediğinde bir yer bulup oturmamız saniyelik bir olaydı. Etrafa iyice göz gezdirdim. Normal bir zamanda, tek başıma gelseydim girmeye korkacağım kadar sıcak bir yerdi burası. Soğuk ve bir o kadar pahalı restorana girerdim kesin.

"Çok güzelmiş burası." Dedim yufka açan teyzeleri izlerken. Barın'a baktım. O içi geçmiş gibi bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırmama engel olamadım.

"Sen daha güzelsin salak." Dedi gülümseyip. Karşı koyamadan ben de gevşek gevşek güldüm. "Gözleme sever misin?" Diye sordu.

"Çok çok çok severim." Dedim küçük çocuk gibi. Her yemeği yerdim, seçmeden. El lezzeti olan gözlemeler ayrıydı yine de.

"Gözlemeleri sevdiğin kadar beni de sevsene?" Dedi sonra. Yüzümden eksilmeyen gülümsemeyle yüzüne baktım bir süre. Ama bir şey demedim. Söze gerek yoktu çünkü...

Cevabım en başından beri belliydi ama her geçen saat iradem kırılıyormuş ve ben pes ediyormuşum gibi hissetmekten kendimi alamadım. 

Yemeğimiz geldi ve masa dolmuştu. Kahvaltılık mezeler, ortaya koyulmuş sucuk, ve gözlemeler. Herşey çok güzeldi. İştahım kabarmış ve herşeye her an saldırabilirmişim gibi ilkel güdü sardı beni.

"Bak şimdi." Diyerek Barın dikkatimi üzerine topladı. Önündeki patatesli gözlemeye tavada aldığı büyük ama ince dilimlenmiş sucuklardan koydu ve sarıp dürüm haline getirdi. "Bunu böyle yemen gerek." Diyerek sardığı dürümü ağzıma uzattı. Masa büyük olmadığı için bana ulaşması kolay oldu.

İlk başta tedirgin oldum. Dürülmüş gözlemeden değil, Barın'ın ilgisinden. Sonra kendimi an'a bırakmaya karar verdim. Korkularımı, çekincemi kenara bıraktım.

Bana uzattığı gözlemeyi ısırdım. Sucuğun yağıyla tadına tat katan gözleme beni benden almıştı. Çok lezzetliydi. Barın elindeki dürümü benim ısırdığıma bakmadan kendisi de ısırdı. İğrenmedi de. Garip hissettim. Ben olsam sanırım yapamazdım.

Önümde duran gözlemeye sucuk koyup onunki gibi yapıp yemeye başladım. Sanırım o benimle gelmeseydi ben burada olmazdım. Mekanın sıcaklığını, huzurunu hissedemezdim. Yani mutlu oldum benimle gelmesine. Yemeğimizi yerken saçma sapan konulardan konuştuk. Bana engin bilgileriyle nasıl reçel yapıldığını anlatıyordu.
...

Kendi hikayeme aşık oluyorum. Bu saf sevgi beni uçuruyor Allah'ım. Çok çok çok sevgiler..

Ha-zel & Tecessüs | ♥︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin