eleven

548 18 1
                                    

...

Evde hasır bir sepet bulmuştuk şans eseri. Bu da piknik yapma havamızı coşturunca, aldıklarımızla birkaç bir şey hazırlayıp çıkmıştık evden.

Şimdi de sahile iniyorduk. Ben sepeti, Barın da eline tutuşturduğum poşetleri taşıyordu. Merdivenli yolu tamamlayıp kuma ayak basmıştık en sonunda. Evin konumu denizden tahmin ettiğimden biraz fazlaydı ve biz o 15 dakikalık yolu yürüyerek gelmiştik. Arabayı bırakmak ikimizin de aptallığıydı. Dalgaların sesine karışan hafif rüzgar ve burnuma dolan tuzlu suyun taze kokusuyla derin nefes verdim.

"Oh, şu güzelliğe bak be." Diyerek bana yetişen Barın'a bakıp tekrar manzaraya döndüm. Ekim ayı olduğu için serindi ama üşüyeceğimiz kadar değildi. Yine de ben kendimi garantiye alıp üstüme giydiğim kalın eşofman üstümü çıkarmadım.

Dalgalara fazla uzak kalmayacak bir noktayı kendimize belirledik. "Barın örtüler sendeydi, alsana onları." Dememle hemen poşetten bulup çıkardı. Ben de ona yardım edip piknik organizasyonumuzu tamamen hazırlayıp karşılıklı oturduk örtünün kenarına.

Önümüzde meyveler, tatlılar ve yaptığım tost ve sandviç duruyordu. Portakal suyu vardı içecek olarak ama ben yine de beyaz şarap da almıştım ve şimdi Barın'ın mantarını açmasını bekliyordum. Elimde tuttuğum karton bardağı ona doğru uzatmış yavru köpek bakışlarımdan attım.

Göz ucuyla bana bakıp gülümsedi. "Çok tatlısın." Dedi sonunda şarabı açıp biraz bardağıma dökerken.

"Öyleyim dimi. Bak sen çok şanslısın." Dedim şakalaşarak. Kocaman bir yudum aldım şaraptan. Az ekşi olan tadına karışan denizin kokusuyla gözlerimi kapadım. Dirseklerimden destek alarak geriye doğru yaslandım.

"Gerçekten de şanslıyım." Dedi sırıtarak. Ona bakıp gülümseyip önümdeki manzaraya döndüm. Bir süre sessizce yayılıp yarı yatar yarı oturur pozisyonda durduk. Ellerim uyuşmaya başlayınca doğrulup ağzıma çilek attım.

"Hazel," dedi daha önce ondan duymadığım şefkat dolu ses tonuyla. Ona döndüm yine çileğe uzanırken. Bir süre çileği çiğneyişimi izlese de konuşmaya karar verdi. "İlk görüşte aşka inanır mısın?" Diye sordu. Bu soruyla dikkatimi ona daha çok yoğunlaştırdım.

Düşündüm biraz. "Kararsızım. Daha önce hiç ilişkim olmadı ve erkekleri görüp onlara alışılmışın dışında duygu da beslemedim. İlk görüşte yani." Diyebildim. "İnanmıyorum sanırım." Diye eklemek zorunda hissettim.

"Ben de inanmıyorum. İnsanı tanımadan nasıl aşk gibi güçlü duygular beslenir anlamadım hiç..." Dedi ve duraksadı. Kaşları çatıldı. "Hayır seni ilk gördüğümde de hissetmedim bir şey ama ilgimi çektin. Özel okuldayız ve ister istemez neredeyse herkesi tanıyorum. Ama dönemin başında ansızın seni gördüm." O an gözlerinin önüne gelmiş gibi daldı bir noktaya. "Psikopat ailenle vedalaşıyordun. Ağlamamak için kendini zorladığın çok belliydi. Hem okul kimseyi sonradan kabul etmediği için de ayrı meraklandım." Dedi ve yayıldığı yerden dik konuma geçti ve bardağındaki beyaz şarabı kafasına dikti.

Anlattıklarıyla nereye varmak istediğini az çok anlıyordum ve içimde yavaş yavaş yeşeren heyecan vardı. Ama ya yanlış düşünüyorsam?

Sahil kenarında onunla birlikte yanlızlığı paylaşıyoruz ve bana ilk görüşte aşka inanıp inanmadığımı soran biri az sonra bana aşkını ilan etmeli değil mi?

Ha-zel & Tecessüs | ♥︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin