1. Bölüm | Tanışma

724 22 5
                                    

Umutlar mı insanlar için var, insanlar mı umutlar için var? Bu soruyu sürekli kendime sorarak bir cevap aramaktan sıkıldım. Ama talihsizliklerin insanlar için olduğuna bir kesin koydum kendimce. Herkes farklı düşünebilir belki ama bu benim için böyleydi. Bunu başına sürekli talihsizlikler gelen bir kız söylüyor. Anne ve babamı küçükken trafik kazasında kaybetmem, bana cehennemi yaşatan bir aileye verilmem büyük bir talihsizlik. Ha tabi kaderi de unutmasak iyi olur. Kaderler bizler için var. Talihsizlikler de öyle. Ama umutlara bir türlü karar veremiyorum. Neden bu soruda sürekli takılı kaldım merak ediyorsunuzdur belki. Ben umut bekliyorum. Bu cehennemden beni çekip kurtarabilecek bir umut. Bu benim için son zamanlarda çok hayal gibi göründü gözüme ama azimliydim bu konuda. Her zaman beni bekleyen bir umudun olduğunu biliyorum. Onu bulmak çok zamanımı alıyor ama pes etmek yolun ortasından dönmek demektir. Ben pes etmek istemiyorum. Veya cehennemden alınıp cehenneme gitmek de istemiyorum. Belki kaderim budur ama ben bu kaderde yaşamak istemiyorum. İşte bu yüzden umut bekliyorum ya. İmkansızlara bir son vermek. Hayatımı kurtarmak için bir umut bekliyorum. İmkansız olsa da.

Babamın sabah kahvesini odasına, sehbanın üzerine koyduktan sonra odadan çıktım. Kahvesi tam saatinde, aynı yerde olmazsa çılgınlık geçiriyor. Bizim evin katı ve saçma kurallarından biri de bu işte. Kendi odama çıkıp hazırlandım. Şimdi ise aşağı kata inip, anne ve babamdan kıyafet onayı almam gerekiyor. Eğer gerektiğinden fazla açık olursa bir gün boyunca yemek yiyemiyorum, aynı zamanda gidip üstümü değiştiriyorum.

Salonda oturan annem ve babamın yanına gittim. Babam çoktan kahvesini bitirmiş, televizyon izliyordu. Boynum yere eğik, çekingen adımlarla karşılarına geçtim. İkisi de beni boydan iyice süzdüler.

"Afferim. Kıyafetin iyi. Çıkabilirsin" Diye onay verdi. Yüzüne bakamıyordum. Çünkü göz teması kurunca her defasından daha da fazla korkuyordum. Gözlerinden dehşet fışkırıyor.

Arkamı döndüm. Çıkmak için yönlendendiğimde arkamdan tekrar seslendi. Durup, ona döndüm.

"Ha bu arada. Kahveyi annen yapmış. Senin yapman gerekmiyor muydu?" Dedi. Kaşlarımı çattım. Kahveyi ben yapmıştım. Annem yine yalan söylemiş!

"Baba, kahveyi ben yap-" sözümü kesti.

"Kes! Bir de itiraz ediyor. Koskoca kadın yalan mı söylesin. Bugün sana yemek yok. Çık şimdi!" Diye emir verdi. Gözümden istemsizce akan göz yaşımı hızla elim ile sildim. Evden çıktım. Dışarıya bastığım an bir kez daha özgürlüğüme kavuştuğum için mutlu oldum. Hızla atan kalbimi elim ile sakinleştirmeye çalıştım. Güzel havayı içime soludum. Usul adımlar ile okula vardım. Ben ilkokul öğretmeniyim. Bu işimi severek yapıyorum. Burada anne ve babamın hakkını yiyemem çünkü eğitimim konusunda bana hiç karşı gelmediler. Aksi taktirde test çözebilmem için bana defalarca test kitabı aldırdılar. Bu yüzden bu konuda onlara haksızlık yapamam. Hatta bazen eğitimimde bana destek oldukları için kendi kendime teşekkür ediyorum. Sonuçta onlar hayır okuyamazsın deselerdi okuyamazdım.

Sınıfıma girdiğim anda tüm öğrencilerim yüzlerinde ki kocaman gülümseme ile ayağa kalktı. Solgun yüzüme bir son verip. Tebessüm etmeye çalıştım.

"Günaydın çocuklar. Oturabilirsiniz" dedim öğretmenler masasına ilerlerken.

"Günaydın öğretmenim!" Diye ses çıktı hepsinin ağzından.

20 Dakika Sonra;
"Evet çocuklar, bu verdiğim 85 ve 86. Sayfaları evde yapmayı unutmayın. Yarın kontrol edicem. Ha bu arada bir de okuma ödeviniz var, evde bol bol kitap okuyun, yarın okuduğunuz kitabı bana anlatmanızı istiyeceğim" Diye tekrar ettim ödevlerini.

"Tamam öğretmenim!" Dediler yine hep bir ağızdan. Tekrar kocaman gülümsedim.

Bir anda yüzüm soldu. Dışarıdan gelen bağırışlar, çığlıklar, silah sesleri, cam kırılma sesleri. Biri ateş ediyordu. Olduğum yerde donup kalmıştım. Derin derin nefes almaya çalıştım. Nefesim daralıyordu. Elim ile hızla atan kalbimi tuttum. İyi değildim. Gözüm bana endişeyle bakan öğrencilerime çarptı. Hepsi çığlık atıyor, yüzlerinde büyük bir endişe vardı. Nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum.

"Camın. Camın altına çökün!" Dedim zorlukla. Kalbim sıkışıyordu. Bu yüzden konuşmakta zorlanıyordum. Öğrencilerim dediğimi yaptılar. Hepsi camın altına oturmuşlar, birbirlerine sarılıyorlardı. Onların bana şuan ihtiyaçları vardı. Yanlarına gitmem gerekiyordu ama yapamıyordum. Olduğum yerde, ortada kalıvermiştim. Yüksek sesler, çığlıklar, silah sesleri, cam kırılma sesleri bir türlü bitmiyordu.

Zorlukla adımlar atarak öğrencilerimin arasına oturdum. Hepsi bana sarılıyordu. Ben ise elim ile sesleri en aza indirmek için kulaklarımı tutuyordum. Bitmiyordu. Bir türlü şu lanet olası şey bitmiyordu!

Silah sesleri ve cam kırılma seslerinin yerine polis siren sesleri gelmeye başlamıştı. Nefesimi hâlâ kontrol etmekte güçlük çekiyordum.

"Kaldırın ellerinizi, polis!" Diye bağırışlar yükseldi dışarıdan. Silah sesleri sonunda bitmişti. Artık dışarıdan araba kapılarının açılıp kapanma sesleri geliyordu. Ateş edenleri yakalamışlardı. Ellerim hâlâ titriyor, kalbim hâlâ hızla çarpıyordu. Nefesimi hâlâ kontrol edemiyordum.

Sınıfın kapısı açıldı. İçeriye kimin girdiğini görmüyordum. Çünkü yere bakıyordum.

"Sakin olun çocuklar. Biz polisiz" Sesiyle iç çektim. Gelmişlerdi. Kurtulmuştuk! Ama şu nefesimi bir türlü kontrol edemiyordum! Çocuklar bana sarılmayı bıraktılar. Polisler onlar ile ilgilenmeye başladı. Ben ise oturduğum yerdeydim  hâlâ. Bir polis bana yaklaştı. Elleri ile ellerimi tuttu. Kulaklarımı tutmamdan vazgeçirmeye çalıştı beni. Ellerimi güçlükle kulaklarımdan çektim.

"Sakin olun. Biz buradayız" dedi. Olamıyordum. Kafamı kaldıramıyordum. Ellerimi kulağımdan çektikten sonra kalbime koydum. Kalbimi sakinleştirmem gerekiyordu. Hızlı nefes alışverişlerim dışarıdan duyulabiliyordu.

"Sercan bir su ver çabuk!" Diye bağırdı. Hemen ardından su verildi. Benim önümde oturan polis bana su içirdi. İçmek için kaldırdığım zaman gördüm yüzünü. Kirli sakallı esmer bir polisti. Suyumu yudumladım. Kendimi artık daha iyi hissediyordum. Kalbim daha yavaş atıyordu artık.

"Biraz daha iyi misiniz?" Diye sordu. Evet anlamında kafamı salladım. Konuşmaya takatim yoktu.

Telaşla içeriye okul müdüresi Kübra hanım girdi. Ben hâlâ yerde oturuyordum.

"Çocuklar! İyi misiniz?" Diye sordu. O sırada öğretmen masasından destek alarak ayağa kalktım. Müdüre beni fark etti. Kaşlarını çattı ve sinirli bakışlarını bana çevirdi.

"Dilan! Böyle bir durumda öğrencilerini sakinleştirmen, koruman gerekmiyor mu? Bu nasıl öğretmenlik!" Diye bağırmasıyla bir kez daha irkildim.

"Bıktık senin şu en ufak seste kriz geçirmenden!" Diye bağırdı bir kez daha.

"Bakın karışmak istemem ama zaten öğrencilerine sarılmış bir şekildeydi" dedi polis.

"Kusura bakmayın polis bey ama sizin fikrinizi sormadım. İşiniz bittiyse çıkabilirsiniz" Diye emir verdi. Polisler bir kez daha itiraz etmeden çıktılar. Peşlerinden de müdüre hanım çıktı. Öğrencilerim koşarak yanıma geldiler ve hepsi bana sarıldı.

"Merak etme öğretmenim, sen bizi çok güzel korudun" dedi Melisa. Gülümsemeye çalıştım. Ama hâlâ ellerim titriyor, kalbim sıkışıyordu. En azından bu ilk zaman ki gibi şiddetli değildi...

KALBİMİN SAHİBİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin