Sesini yeniden sert hale getirdi.
"Lütfen ne çocuk? ""Lütfen bana pembeyi ver. "
.
.
.
.
.
.
.Dudaklarını kulağıma sürttü. Nefesimi son kez ciğerlerime çekip içimde tutmaya çalıştım. Bu adam beni şimdi öldürse çok iyi olur.
"Bu sikik yerde ne işin var? " Dedi kulağıma fısıldayarak.
"Senin ne işin varsa? " Diye fısıldadım. Ruhum bedenimden çıkmak üzere.
Saçlarımdan tutup kafamı geriye doğru itti. Eliyle kalkmamı işaret etti.
"Üçünüz çıkın. " Eliyle adamlarına işaret verdi.
Ben daha dizlerinden kalkamadan yakamdan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Hızını almadan sırtımı duvara çarptı. Changbin tam ayağa kalkacaktı ki bağırarak konuştu.
"Kılını bile kıpırdatma. Sizin bu sikik yerde ne işiniz var? Bir daha sormuycam. " Belinden çıkarttığı silahı karnıma yasladı. Zaten nefes alamıyordum. Şimdi hiç almıyorum
Yakamda birleşen elleri boğazımı sıktığı için zar zor konuştum. " Satıcıların yerlerinden biri burasıymış bakmak için geldik. "
"Siz kafayı mı yediniz? Her şeyi mahvetmek mi istiyorsunuz? Siktirin gidin burdan. Hemen. "
Sırtımı son kez duvara çarpıp beni serbest bıraktı. Silahını tekrar beline yerleştirdi. Gerçekten öleceğimi düşündüm. Nefes nefese kalırken duvara sürte sürte yere düştüm. Dizlerim tutmuyor resmen. Hayatım boyunca hiç bu kadar korkmamıştım. Korkmanın sebebi böyle bi yerde olmak değil. Görev icabı defalarca böyle yerlerde bulunduk. Korktuğum şey o.
"Richeal buraya gel. Alın götürün şunları. Bi paket pembe verin. "
Kel kafalı içeriye gelene kadar ayağa kalktım. Poşedi elime tutuşturdu. Geriye dönüp baktığımda minhoyu bacaklarını önündeki masaya uzatmış halde buldum. Canım hiç bu kadar yanmamıştı. Dizlerim titreye titreye dışarı çıktım. Çıktığım gibi kendimi arabaya attım. Changbin şoför koltuğuna oturduğunda hemen arabayı çalıştırdı. O arabayı sürerken deli gibi ağlamaya başladım. Changbin de sessizliğini bozmadı. Böyle anlarda konuşmak istemediğimi biliyor.
Beni kendi evine getirdi. Salondaki koltuğa örtü serip beni oturttu. Geçirdiğim şok ve hissettiğim şeylerle kollarımı iki yana açıp yatağa uzandım. Changbin ayakkabılarımı çıkartıp üstüme bir örtü örttü. Ağlaya ağlaya uyudum. Onun böyle biri olduğuna inanmak istememiştim. Tamam az çok anlamıştım ama kendi gözlerimle görmek. Ah bilmiyorum. Sanki boğazımda hala sert tutuşunu hissediyorum. Birkaç kes öksürdüm. Changbin bunu duymuş olmalı ki bir bardak su getirip sehpaya koydu.
Suyu sanki susuzluktan ölürcesine içtim. Boğazımdan akıp gittiğinde tekrar yatağa yattım. Gözlerim şişene kadar ağladım. En sonunda uyuyakaldım.
.
.
.
.
.
.
.Sabah yemek kokusuyla uyandım. Changbin erkenden kalkıp bizim için bir şeyler hazırlamış. Masaya oturup yemeye başladık.
"Dün hakkında konuşmak ister misin? " Changbin gözlerimin içine bakıp masumca sorunca gözümden bir iki damla daha yaş düştü.
"Onu öyle görmek beni şoka uğrattı sadece. "
"Sadece bu mu? "
"Ne duymak istiyorsun? "
"Bence biliyorsun."
"Evet changbin. Minhodan deli gibi hoşlandığım için bu tarafını görmek bana hiç iyi gelmedi. " Sadece sustu bir şey demedi. Yemeğimizi yiyince duş alıp changbinin kıyafetlerinden giydim. Eve gitmek istemedim. Böyle doğruca karakola gittik.
"Günaydın." Dedim odaya girerken. Herkese selam verip yerime oturdum. Changbin kendi masasına geçerken omzumu pat patlayıp göz kırptı burdayım dercesine. Digerlerine bir şey çaktıramazdım o yüzden iyiymiş gibi yaptım.
"Bir şey mi oldu jisung kötü gözüküyorsun? " Dedi hyunjin.
"Yok uyuyamadım sadece. " O sırada köşeden beni izleyen minhoya takıldı gözlerim. Hemen bakışlarımı başka bir yere çevirdim. Arsız davranışına devam edip masama bir kahve bıraktı.
"Cidden mi? " Dedim alttan ona bakarken.
"Ne cidden mi? " Başımın dibinde dikilmiş bana bakıyor. Sanki hiç bir şey olmamış gibi.
"Boşversene." Aldığı kahveyi direkt çöpe attım.
Mesainin bitmesini bekledim. Geçen her dakika sanki benden bir şeyler alıp götürüyor gibiydi. Zaman geçmek bilmedi. En sonunda ceketimi alıp karakoldan çıktım. Bir taksi çağırıp eve gittim. Hiç kimseye bir şey demeden gittiğim için changbine mesaj attım. Eve gittiğimi söyleyip telefonun ekranını kapattım. Cidden uykusuz olduğum için başımı cama yasladığım gibi uyuyakalmışım. Şoförün 'geldik' demesiyle ücreti ödeyip taksiden indim. Sallana sallana eve kadar yürüdüm.
Evim iki katlı müstakil bir yer olduğu için bahçeden içeri girip kapıyı açtım. Ayakkabılarımı çıkartıp kenara fırlattım. Sadece duş alıp uyumak istiyorum. Yemek yemek bile gelmiyor içimden. Karnımda bir yumru var gitmiyor sanki. Uyuşuk şekilde ceketimi çıkartırken içeriden gelen sesleri duydum. Hemen belimdeki silahı alıp oraya doğru yürüdüm. Ses mutfaktan geliyor. Ağır adımlarla mutfağa geldiğimde ışığın açık olduğunu fark ettim. Buzdolabı kapağının arkasında biri var. Silahı oraya doğru tuttum.
"Hey! Kimsin! "
Gerçekten bunu mu dedim? Ne bileyim kalbim 130 ile atarken aklıma bir şey gelmedi. O anda aklıma türlü türlü senaryo geldi ama mutfağımda dolabı karıştıran bir minho görmeyi beklemiyordum. Ellerini yukarı kaldırıp gülümsedi.
"Bir çeşit şaka mı bu? "
"Hayır değil. Sadece haneye tecavüz. Bir de izinsiz yemek hazırlama. "
"Çık git evimden. Hemen. "
Bana doğru yaklaştığın da silahı tekrar ona doğrulttum.
" Yaklaşma. ""Sakin ol jisung. Bırak o silahı. Anlatıcam sana her şeyi. "
Yavaş adımlarla yanıma gelip elimden silahı aldı. Sanki o değil de ben ona teslim olmuş gibiydim. Bu dedektiflik hayatımda biri bu yaptığımı görseydi ne biçim yapıyorsun mesleğini derdi. İlk öğrendiğimiz kuralları ihlal ettim resmen silahı ona teslim ettim. Silahı kendi beline yerleştirip bir kolunu belime attı. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Ne yapacağımı cidden bilemedim sadece öyle durdum. Uzun zamandır ona sarılmak istiyorum ama böyle değil. Bu anda veya bu düşünce yapısındayken değil. Sonunda geri çekilip beni de mutfaktaki sandalyeye oturttu.
"Şimdi sana her şeyi baştan anlatacağım. "
.
.
.Gariban jisung 😣
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two detective one room / binchan
Fanfictionbirbirinden haz etmeyen iki dedektif aynı davaya bakmak zorunda kalır