Geçmişin Kabusu

260 119 437
                                    

*Bölüm Şarkısı: Albinoni - Adagio in G Minor

Yağmur.

Yine yağmur vardı onu üçüncü kez gördüğümde. Tesadüf mü diye düşündüm ancak tesadüfler kaderle örtüşemezdi, bu yüzden Tanrı'nın bize çizdiği yolun gerçekliğinden çıkmadım.

"Yapmamam gerektiğini söyleyeceksin, biliyorum." Lavin'in sesi bu hayata karşı kırgındı ve bunu bana göstermekten çekinmedi. "Bu hayatın değerli olduğunu söyleyecek, umudun var olduğunu anlatacaksın. Umut benim için artık sadece masallarda geçen bir kavramdan ibaret."

Üzerime bir titreme örtmüştü, Azrail'in ruhunun tetikte olduğunu hissediyordum. Lavin o tanıdık ölüm kokusunun sindiği siyah bir pelerini sarınmıştı. Bu pelerine asla yabancı olmadığını o an anlamıştım.

"Yanılıyorsun, umut bizim gibilere asla uğramaz." Söylediklerim onu şaşırtmıştı, hafifçe kafasını sağına doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. O anda daha demin çok dikkat edemediğim detaylarını fark ettim. Gözleri uçurumların derinliğindeki denizin kırılgan rengi kadar keskin, yüz hatları ise dağlar kadar sertti. Hayatın ona yaptıklarını anlamamak zor değildi, hayat gözlerinde o uçurumu kazmış, yüzünü ise dağları oluşturmuştu ve ruhunu uçurumla dağlar arasına hapsetmişti.

Kendi şeklini bozmadan konuştu. O an dudaklarına takıldı gözlerim, sanki bir zamanlar gülen, şarkı söyleyen dudakları varmış da şimdi hiçliğin ortasında kalmıştı ve rengi ruhun bedeni terk etmesi gibi, mosmordu. "Nasıl anladın?"

Güzel bir soruydu. Bu sorunun bende yarattığı anıların illüzyonu gözlerimin önünden su gibi akıp geçti ve geriye çorak bir toprak bıraktı. "Ben de o yoldan geçtim."

Bu cümlem onu daha da meraklandırmıştı ve bir nebze olsun onu Azrail'le yüzleşmesinden çekebilmiştim. Ona doğru bir adım daha attım ve artık tamamen yan yanaydık. "Nasıl kurtuldun o yoldan da şu anda buradasın peki?"

Yüzümü hafifçe sola doğru döndürdüm ve nefes aldığım her anın yazıldığı o kitaptan birkaç cümleyi ona okudum. "Kurtuldum mu bilmiyorum, sadece o an biri beni çekti ve şu anda buradayım."

Kararsızlığım aramıza giren yağmura karışırken Lavin için bir soru işareti olduğum kesindi çünkü ben de kendime göre bir soru işaretiydim. "Madem kurtulamadın, neden hala buradasın?"

Dudaklarım alaycı bir tavırla kıvrıldı ve kendiliğinden kelimeleri sarf etti. "Şu anda kurtulmak için herhangi bir nedenim, bir amacım yok. Her sabah Güneş'in doğmasını beklemiyorum, o gecenin aydınlanmasını da. Çünkü biliyorum ki ben asla o aydınlığa ulaşamayacağım. Güneş doğuyor, ondan bir şüphe yok ancak ben Güneş'i görürken o beni hiçbir zaman görmüyor. Soruna cevabım sadece kaderin beni nereye götüreceğini görmek istememdi, o gün ölümün elinden bir nedenle çekilmiş olmam gerekiyordu. Tanrı'nın benimle işi daha bitmedi ve ben o yolun sonunu göreceğim."

"Tanrı..." Öyle bir gülmüştü ki sanki nefretini kusuyordu. "Kaç gecelerce yalvardım ona, hangi Tanrı bu kadar acıya göz yumar?" Bana hırsla döndü ve kelimeleriyle beni sarsarak kendince uyandırmaya çalıştı. "Karan, Tanrı yok. Varsa bile inan ki bizim o masum halimize acı çektirmeyi bile isteye seçti. Uyanmalısın, uyanmazsan sadece kendini uyuşturursun."

O an beklemediğim bir olay oldu. Lavin ayaklarını sürüyerek bana yaklaştı ve yakamdan tuttu. Gözlerindeki dipsiz nefreti gördüm, bir an bu nefretin bana ait olduğunu düşündüm. Bir insanda nefret nasıl ilahlığa dönüşürdü. İlahlığının gözlerime elektrik gönderdiğini hissediyordum, dün gece gördüğüm kendinden sarsılmaz ancak dünyayı sallayan heykel duruşun aynısıydı. Rengi ise gözlerinin üzerine düşen kırağı ve bir kış gündüzünün gökyüzündeki o uçuk mavinin kaplaması gibiydi. Buz mavisinin, buz grisiyle karışımı kanlı bakışları vardı ve ölümü bana gönderiyordu.

LacrimosaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin