*Bölüm Şarkıları: You Want It Darker - Leonard Cohen, Wild is the Wind - David Bowie, Nuvole Bianche - Ludovico Einaudi
Endişe.
Havada soluduğum kanımdaki oksijenimdi endişe. Samuel hayatımın büyük çoğunluğunda nasıl var olduysa endişe de o kadar var oldu hayatımda. Endişenin kalbimi titretmesine, sözlerimi karıştırmasına, aklımı uçurtmasına her zaman alışıktım. Endişelenmediğim durumlarda bile endişelenmediğim için endişelenirdim.
Bu sefer endişe farklı bir kılıkta karşımdaydı. Üstünde rüzgardan sallanan ince siyah kumaştan bir bedene bürünmüştü, yüzü karanlığın ve boşluğun şekillendirmesiyle oluşmuştu. Ellerindeki parmaklar ise sadece yontulmuş kemiklerden oluşuyordu ve parmaklarıyla beni çağırıyordu. Çağrısı hipnozun görünmez düğümleriyle beni kendine bağladı ve çekti.
Endişenin yontulmuş kemikleriyle dolu parmakları boğazımı sardığında aslında damarlarımda gezen oksijen değil nefesimi kesmeye yeminli o canavar olduğunu anlamıştım. İlk başlarda bedenime giremeyen hava aklımı bulandırmaya ve düşüncelerimi rüyalara geçirmeyi başarmıştı. Nefessizliğin ayaklarımın yerden kesmesine bağımlı gelecek kadar dalmıştım. Ta ki endişenin illüzyonu boğazıma o kemikten ipi geçirene dek.
Ayaklarımı yerden kesen bu sefer dar ağacında sallanan bedenimdi. Nefessizliğin açlığı bütün kaslarımı yakıyor, gözlerime boylu boyunca perde indiriyordu. Endişenin parmakları ilmek ilmek boğazımı sararken daha da koparıyordu beni bu hayattan.
Somut dünyanın duyuları ayaklarımdan çekiliyor ve beni yavaşça kendinden koparıyordu. Endişenin girdabındayken kulaklarımdan yüksek tonlu bir ses geçti. Sesin siması aklımın bir köşesinde kendiliğinden oluşmuştu.
'Karan kendine gel, boğuluyorsun ve beni de...' Samuel'in sesi havasızlıkla karışmıştı. Benim hissettiklerimi hissediyor, beni o kabusun içerisinden uyandırmaya çalışıyordu.
O anda sol yanağıma gelen bir darbe bana yabancı kalan havanın sonunda ciğerlerime girmesini sağlamıştı. Samuel'in beni kendime getirmek için tokat attığını o an anladım. Aslında acı gerçek karşımda kahkaha atıyordu. O tokadı ben kendi kendime atmıştım.
Normal insanlar gibi bende hiçbir kırığa sahip olmayan ayna olmak isterdim. Çoğu insanın elbette kırıkları vardı ancak benim gibi aynanın camında değil aynanın sırrında taşıyorlardı. Benim kırığım kırık fay hattı misaliydi, insanlar o aynanın hiçbir zaman yüzüne bakmaz, kırmaktan da geri kalmazlardı. Derinliği ise beni kanatırdı sadece. Tarihin o tozlu raflarında kırık bir ayna olarak çürümeye mahkumdum.
Nefessizlik yan etki olarak bana ardı ardına öksürük krizleri bırakmıştı. Hiçbir oksijeni kaçırmadan aceleyle çekişim bu sefer de öksürüklerle beni nefessiz bırakıyordu. Bugün en sonunda kendi sonumu getirecektim.
Endişenin baskısı gitgide uyuşturmaya başlamıştı beni. Uyuşturucunun zihnimdeki ilk imgesi binlerce ruhun çekilmiş kanıyla donatılmış saçları ve ölümün keskin gri gözleri oldu. Gerçeklikteki varlığı burada değildi ancak zihnimdeki varlığı hiddetle kendini belli ediyordu her defasında.
'Karan, sorununa odaklanmıyorsun. Yine onu düşünüyorsun. Biri bizi, hayatımızı hedef alıyor.' Samuel son zamanlarda yanımda yer alıyordu ancak ne olursa olsun ona karşı yumuşayamazdım, bu beni ona karşı açık hedef haline getirirdi.
"Bu benim çözeceğim bir mesele. Sen ve ben asla yan yana gelip biz olamayız, Samuel." Gözlerine ulaşan öfke neredeyse gözlerinden çıkacaktı, o kadar kızıla büründü ki bir anda beni yakacağını düşünmüştüm.
'Birincisi, benim adım Gabriel, ben o şeytan Samuel değilim. İkincisi, senin o değersiz hayatını yaşatmaya çalışıyorum, koruyorum ve sen karşıma geçmiş bunları diyorsun.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lacrimosa
General Fiction"Karanfiller" dedi Lavin buz grisi gözlerinin içinden. Bense eski tanıdık o hikayeyi perde arkasında okurken konuştum. "Karanfillerin hikayesini bilir misin?" Bilinmezliğin sırrını aralamak için bana cevabını verdiğinde ise o tanıdık hikayeyi, hayat...