Kayboluşun Çağrısı

354 151 892
                                    

*Bölüm Şarkısı: Schubert- Ave Maria

Dünkü büyüleyici ayın ışığının tenime işlemesiyle ölüm yorgunluğunun yerini dinç bir enerji almıştı. Gözlerime içimi ısıtan bir şey çarpıyordu ve açtığımda gecenin yorulup gündüze karşı koyamadığını anladığım aydınlığı ve güneşi gördüm. Saatte baktığımda sabahın beşiydi ve hava neredeyse aydınlanmak üzereydi. Yatağımdan kalkıp bu yeni günü bana bahşeden Yehova'm için dua kitabımı alıp Şahrit kısmını yatağımın kenarına çömelerek okumaya başladım. Her bir kelimede tanrının benim yanımda olduğunu hissederek okumaya devam ettim.

Diğer tarafımın arkamda yer alan kahverengi berjerde oturduğunu hissetmemle istemediğim o sesin kulaklarımda belirmesi bir oldu. 'Duaların amaçsız, bizim günahlarımızı kimse temizleyemez.'

Ona aldırış etmeden, tanrımla arama girmesine izin vermeyerek dualarımı tamamladım. Çömeldiğim yerden kafamı tam çevirmeyerek sağ omzumun üzerinden onun varlığını gördüm. "Senin günahların demek istedin, çünkü benim bir günahım yok."

'Hiçbir şeyi bilmiyorsun Karan, ayrıca bunu sadece annenin hatırası için devam ettiriyorsun biliyorum. Belki tanrına bunu yedirebilirsin ama bana yediremezsin. Sen dindar değilsin, sadece senin yüreğin vicdan azabından kıvranıyor ve bu şekilde kendini kandırıyorsun.' Hafifçe çevirdiğim bakışlarımı ondan çekip tam olarak önüme baktım. Kızıl gözlerinin dehşetine artık katlanamıyordum.

"Zaten senin hiçbir şeyi anlamanı beklemiyorum, bunu da anlamadığın gibi. Benim yaşamımı bahşeden, verdiği her sıkıntıda bile çaresini veren bir varlığım var." Kızıl gözlerinin altından çok manidar bir gülüş bedenimde soğuk hava dalgası yaratmıştı.

'Her sıkıntıya karşı çare veren...' Odamı dolduran kahkaha sesi aslında hayatı hikayemin en büyük parçasını oluşturuyordu. 'Beni gözden kaçırmış.'

Tanrım, sana koşulsuz inandım, evet. Ancak o karanlık doğruyu söylüyordu karşımda. Neden onun da çaresini bana vermedin?

Çünkü o senin zamanındaki bahsettiği, hayatından söküp atamadığın ve içinde yaşadığın vicdan azabının bir cezasıydı ve tanrın onu sana cezanı ödemen için göndermişti.

Karanlığımın varlığının odamda silindiğini anladığımda sessizliğin ve sabahın hayatı aydınlattığı ışığın benimle buluşmasına izin verdim. Güneş'in hükümdarlığından hiçbir şey kaçamazdı ancak ben o kadar karanlığım ki Güneş'in gerçekliğinde ben yoktum. Dünyayı aydınlatan ışınlar beni de yakalamıştı ancak ruhumu her zamanki gibi pas geçmişti.

Düşüncelerimin beni daha fazla tutmasına izin vermeden banyoya yöneldim. Musluğun soğuk kısmını açtım ve suyun biraz soğumasını bekledim. Yeterince beklettiğim suyu iki elimin içine doldurdum ve yüzüme çarptım. Her gelen yeni günün azabının soğukla dondurmaya çalışıyordum. Suyun soğukluğunu ilk önce yüzün hücreleri, ardından kan yoluyla tüm vücudumun hücreleri hissediyor, yeniden kusurlarımı, acılarımı hatırlatıyordu. Suyu kapatınca elim sol tarafımdaki havluya gitti ve onu aldı. Yüzümü kurulayınca başımı kaldırdım ve kendimi bir an aynaya bakarken buldum. Genellikle aynalara bakmaktan çekinirdim. Aynalar bütün bölünmüş kişiliklerimi gösteriyordu çünkü. Bakmaktan çekindiğim, kafamdan atmak istediğim diğer kısmımın beni nasıl ele geçirdiğini anlatıyor aynalar.

Gözlerimin kehribar rengine takıldım. Annemin gözlerinin kopyasıydı. Annem... Gözlerimi aynadan kaçırdım. Peki, neden gözlerimi kaçırıyordum? Geçmişten kaçmak için miydi bu hareketler? Yoksa anılarımın tekrar canlanmasını istemediğim için mi? Geçmişte yaşayan birinin geçmişten kaçması olanaksızdı. Geçmiş benim evimdi. Ruhumun kaçacak bir yeri yoktu, kapana kısılmıştı ve en büyük ihanete uğramıştı. Hastalık, karanlık duvarların arasından hayalet gibi geçip bedenime çarpmıştı ve o günden beri beni bırakmıyordu. Bırakmayacaktı, biliyorum. Bir hiçliktim gölgesinin izinden giden. Yaşamımın, nefes almamın bir anlamı yoktu beden olmadıkça. O da bedeninim yerini alıyordu, gölge olarak.

LacrimosaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin