*Bölüm Şarkısı: Rêverie - Claude Debussy
Hayaller, hayaller, insanın gerçeklikte yakasını bırakmayan hayaller. Yalnızlığını hikâyeleştiren, ruhunu ölümsüzleştiren, ölümlere ninni okuyan... Hayaller.
Hayaller, Güneş'in her yerini kırdığı berrak bir denizdi. Nefes derdi çekmeyerek yüzebilmek belki de en büyük özgürlüktü, derinlere, daha derinlere inebilmek. Mavinin ve yeşilin her tonunun gözlerime çarpması ve bunlara daha başka birtakım renklerinde ilave edilmiş hali benliğimin önündeyken sonsuzluk iki parmağımın arasındaydı. Etrafta ne buranın sakinleri vardı ne de benden başka bir misafir.
Hayaller, ucu bucağı olmayan denizdi. Gerçekler...
Gerçekler ise denizin berraklığını koparan fırtınaydı ya da içindeki darbeydi. Güneş aramızdan çekilirken çarşaf gibi olan deniz, mavilerle değil grilerle yerinden sallanmaya başlamıştı. Renkler teker teker yolunurken bu bana yüzeye çıkmam için bir işaretti ama her zamanki gibi ani zevklerin verdiği tat, benim cennetten yollanmama nedenim olacaktı.
Ellerimi biraz daha kaydırdım suyun içerisinde. Devam ettim birazdan öleceğimi bile bile. Fırtına öncesi sessizlik kollarken hâkimiyetini, ilk kıvılcım canlanmıştı suyun derinliğinde. Kıvılcımlar birleşti, dalgalarla kavuştu. Denizin içi bir kadının beline uzanan dalgalı saçları gibi kıvrılmıştı. Grileri ise ruhuma batmaktan ileri gidemiyordu.
Gerisinde bir tozu bile bırakmayan fırtına, içimde sinsi bir hastalık olarak yayılıyordu. Telaşa kapılmıştı hareketlerim, benden bağımsız olarak ilerliyorlardı. O anda kafama düşen tek bir kelime yeri yerinden oynatacak güçteydi. Buradan hemen çıkmalıydım.
Bir kulaç, iki kulaç derken o sinsi hastalık beni omzumdan tutup yere attığında her şey o anda kopmuştu. Nefes sihrimin büyüsü kanla bozulmuştu, akciğerlerimin yerinden dolup taştığını hissetmiştim.
Hareketlerimin pusulası aklından kayarken tamamen rotasız kalmıştım. Bir dalga üzerime devrildiğinde boğazımı alevle tutuşturmuştu. Gözlerim sabitlediğinde o alevin nedeni su değil, tek eliyle can alabilen bir katile aitti.
Kehribar, rengini benden alırken kanla dolmaya başlamıştı gözleri. Ardından yıllarımın kanıyla dolan elimi bıraktı ama kesintisiz acı içimde katlanıyordu. Akciğerlerimin neyle dolduğu önemli değildi, yeter ki bir şeyle dolup o patlayan balon hissinden kurtulabilmesiydi.
Bu sefer kendim halletmeye çalışmıştım. İki elimi boğazıma götürüp kendimi boğmaya başlamıştım ki karşımdaki ses, suyun engellediği sesi sürtünme kuvvetinin altında ezmişti.
'Her zamanki gibi Karan, uzun yıllardır beni hiçbir zaman anlamadın. Ben, Aras ya da o yeni kız, Lavin...' İsmi boğazıma çarpınca o alev, yerini cehenneme bırakmıştı. '...ya da çevrendeki herkes, seni öldüren biz değildik.'
Geriye kalan kısmı beni satırlara hapsetmişti. 'Sen kendini öldürdün. Sen yıllarını acımasızca kılıçtan geçirdin, onların kanıyla beslendin sen. Ardından onları kimsenin bulamayacağı, cesetlerinin bile çürüyemeyeceği dipsiz kuyuya attın. Ruhun çok ama çok acımasız.' Boğulmanın benden de gelmediğini anladım. İçimdeki bütün kan onun gözlerine çekilmişti.
'Ruhun savaş, ruhun kıtlık, ruhun kanlı. Ruhun katliam senin.' Kemikleri olmayan ruh, kasırga denizini terk ederken her şey bir anda yavaşlamıştı, dalgalar kemanın tellerine benzemeye ve olabildiğince şeffaflaşmaya başlamıştı. Bütün su dünyamdan çekilirken beni kabir azabına atmıştı. Olayların merkezinde olan bir gözcüydüm ben, ana karakter ben olmam gerekirken gözcülükle kalmıştım. Kendi hayatımı başkaları yönetiyordu, ben ise sadece izlemekle yetiniyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lacrimosa
General Fiction"Karanfiller" dedi Lavin buz grisi gözlerinin içinden. Bense eski tanıdık o hikayeyi perde arkasında okurken konuştum. "Karanfillerin hikayesini bilir misin?" Bilinmezliğin sırrını aralamak için bana cevabını verdiğinde ise o tanıdık hikayeyi, hayat...