*Bölüm Şarkısı: The Courage or The Fall - Civil Twilight
Donmak.
Zamanın ağzına kadar dolu yalnızlığında donmak, zamanın her an yanından seni görmezden gelerek geçmesine izin vermemek. Aldığın nefesin seni zehirlemesini engellemek ve en sonunda...
Gerçeklikle bağını kaybetmek.
Zamanın dümdüz ovasında dikilirken akan bulanık suyun kökleri çürümüş ağaçların arasında kayboluşunu izledim. Işığa dair en ufak bir varlığın kendini göstermediği bu ovanın doğuştan gelen sessizliğine uyum sağlayan bir çift beyaz kanat sessizliğin ürpermesine neden olmuştu.
Beyaz kanatlarına sığınan kırmızı büyük gözleri bu karanlığı dağıtıyordu. Çürük köklerini salan bu zamanın dallarına konan kırmızı gözlü baykuş sadece bana bakıyor ve beni izliyordu. Yüzyıllardır süre gelen bu sessizliğin herhangi bir anında kenetlenen bakışlarımız soğuk bir esintinin akışında kesilmişti.
Esinti kulaklarımı sıyırdığında ilk başta onu normal bir ses olarak kabul etmiştim ancak insanlığın gerçekliği algılama süresindeki o gecikme normalliğin suratına o kapıyı kapatmıştı. Esintinin sesi saklanmış çığlıklarla doluydu. Bu çığlıklar binbir tonda yükselirken yalnızca tek bir olayı besteliyorlardı.
"Ölümün şarkılarını duyuyor musun Lavin?" Lavin'in bedeni ve ruhu buraya ait değildi, varlığı burada sınır ihlali oluşturuyordu. Lavin beni anlamayan gözlerle baktığında sessizliği bulunduğum yeri doldurmuştu.
Çığlıkların şarkısının bakışlarımı çevirmesine izin verdim. Beni götürdüğü yer yine o ağacın tepesinde duran ve hedeflerinin şaşmayan oku bende olan o baykuş oldu.
"Orada bembeyaz bir baykuş var. Gözlerine kan dolmuş." Lavin'in bu dünyaya ait olmadığını bildiğim halde ona göstermeye çalışıyordum. Yanımda biri olduğu düşüncesi ekmek kırıntısı olsa da rahatlatıyordu.
Belli belirsiz rahatlamanın yerini sarsıcı bir endişe alarak çat kapı gelmişti gözlerimin önüne. Dalların üzerinde buranın hakimi olan baykuşun kanatlarından kan damlıyordu. Her bir kan damlası dallarda yaprak gibi sallanan beyaz tüylere çığlıkların eşliğinde hapsoluyordu.
'Binlerce yıldır ölümü kanatlarında sessizce taşıyan avcıdır baykuş.'
Her bir yaprağın kanla solan hayatlarında nefessiz kalmıştım. Ben de bir bir solarken illüzyonun çöktüğünü o an anladım. Yapraklar çürük toprağa düşerken nefesimin beni ele geçirdiğini biliyordum.
"Karan nefes al." Başımın başka bir el tarafından çevrildiğini belli belirsiz hissetsem de asıl değişim buz grisi gözlerinin halüsinasyonumu bıçak gibi kesmesinden gerçekliğe döndürüldüğümü anlamıştım. Bakışlarının kestiği yerden kanlar akarken yer çekiminin beni sahipsiz bırakacağını tahmin edemedim.
'Bir süreliğine burada olmayacaksın, Karan. Tatlı rüyalar.' Baykuşun kanlı gözleri Samuel'in gözlerine döndüğünde avcımın kanatlarında saklı olduğumu gördüm.
Bilincim de beni evsiz bıraktığında ise tek sarıldığım eskimeyen karanlığım olmuştu.
*
Karanlık olan bulanıkla iyi anlaşır mıydı? Çok uzaklarda kalan tanıdıklığın sisinde tutunduğum bu his sıcak kumların denizle buluşmasına götürmüştü.
'Karan...'
Rüzgârın kulaklarıma dokunuşu beynimde yankılanırken sadece etrafa bakındım. Güneş birazdan beni içimdeki karanlığa mahkûm edecek o vedalaşmasını yapıyordu. Dalgalar kasvetle kıvrılırken bulutlar kaçmıştı. Halbuki daha demin yazın hükmünden bahsediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lacrimosa
Fiction générale"Karanfiller" dedi Lavin buz grisi gözlerinin içinden. Bense eski tanıdık o hikayeyi perde arkasında okurken konuştum. "Karanfillerin hikayesini bilir misin?" Bilinmezliğin sırrını aralamak için bana cevabını verdiğinde ise o tanıdık hikayeyi, hayat...