Lillian açıklıktan dışarı bakarken gecenin iyice çöktüğünü ve yıldızların ona göz kırptığını gördü. Tebessüm ederek onları selamladı zira yıldızlar atalarının taşıyıcısıydı.
Ellerini başının altında kenetleyip düşünmeye başladı. Aslında Thranduil ile arkadaş olması onun için Dünya'nın sonu değildi ve ilginç bir şekilde prens onun ilgisini çekiyordu. Sadece görüntüsü değil kalbi ve ruhuyla elflerin içerisinde parlıyordu. Onda kadim yüce krallarının yansımasını görüyordu ve biliyordu ki geleceği parlak olacaktı. O gün geldiğinde yanında olmak ve her şeyi görmek istiyordu.
Ancak şu anlık onu yeni yeni tanımaya başladığı şu saatlerden bile sabırlı olması gerektiğini anlamıştı ve kim bilir belki de bu buz katmanının altında sıcacık bir kalp bulabilirdi.
Thranduil odadan çıktığında kendi kendine sırıttığını fark edip yere çöktü. Sarayı gecenin güzel ışıklarına bırakmaya yardım eden birkaç elf oldukça şaşkın bir şekilde ona baktı. Daha önce hiç prenslerinin yere oturduğunu görmemişlerdi ve o genellikle kimsenin karşısında eğilmezdi, bunu hakaret olarak görürdü. Başını eğmezdi ama çok baş eğdirmişliği vardı. Ayrıca resmen açık açık gülüyordu sonraki efendileri. Elflerin içine umut tohumları eken de işte bu gülümseme olmuştu. İçerideki misafirin tam olarak kim olduğunu bilmiyorlardı ama prenslerine iyi geldiğini bilmemek için aptal olmaları gerekirdi. Hızlı bir şekilde bunu yaymak için ellerinde sepetlerle aşağı katlara indiler.
Thranduil arkalarından bakarken kahkaha atası geliyordu halkının şaşkınlığı karşısında eğleniyordu. Neredeyse ruhlarını teslim edeceklerdi şaşkınlıktan eh herkes zamanla değişirdi. İçerdekinin sadece varlığı ve o melül melül bakan kahverengi gözleri bile tebessüm etmesi için yeterli bir sebepti.
Etrafına bir anda kahverengi ve kızıl saçlı bir çok elf geldiğinde hızlı bir şekilde ifadesini değiştirdi ve parmağını kapılara doğrulttu.
"Yaz dönümüne birkaç ay kaldı herkes işinin başına marş marş!"
Dediğinde herkes toz olup onu yalnız bırakmıştı. Uzaktan hışırdama sesi duyduğunda kadehini yere bıraktı ve yavaş bir şekilde ayağa kalktı. Bu zarif ve güçlü adımların sahibini nerede duysa tanırdı.
Babası yeşil kaftanını sürükleyerek yanına geldiğinde dalgalı saçları sakin bir deniz gibi dalgalanıyordu ve keskin hatları olan yüzünde huşu dolu bir ifade barınıyordu. O ifade aslında uzun bir süredir yer edinmiyordu kendinde. Doğduğundan beri birçok zorlu savaş görmüştü ki buna gazap savaşı da dahildi ve babası ile eşini kısa aralıklarla kaybetmişti. Kala kala elinde sağlamlaştırması gereken bir krallık ve biricik oğlu kalmıştı. Onu aslında taht odasından gözlüyordu ve rüzgarlar elf kulaklarına oğlunun mutlu olduğunu fısıldıyordu. Onun mutlu olması kendinin de mutlu olması demekti ve yaz dönümünde mutsuz kimse kalmamalıydı ona göre.
Thranduil başıyla selam verdi ve sırtını dikleştirerek saçını düzeltti. Meşalelelerin ve ateş böceklerinin ışığı elmas saçlarını sitrinin sarılığına çeviriyordu.
Babası kral Oropher aslında misafiri görmek için gelmişti ama oğlu dışarıda olduğuna göre müsait değildi. O yüzden oğluyla sohbet etmeye karar verdi.
"Misafirimizin kim olduğunu öğrenebildin mi?"
"Elbette öğrendim. O bana Valinor'dan gelen bir miril (vanyar elfi) olduğunu ve Orta Dünya'yı incelemek için Valar'ın onu gönderdiğini ayrıca isminin Lillian olduğunu söyledi."
Bu ufacık yalanı babasının yakalamamasını umdu ve zaten Lillian'ın güneş sarısı saçları onun bu söylemini destekliyordu. Valar'ı işin içine karıştırdığı için utandı ve onlardan kendisini affetmesini istedi. Ayrıca babasının yarı kızgın yarı şüpheci bakışlarla başını eğerek ona bakması hiç yardımcı olmuyordu. Saçlarındaki sakin deniz kabarmaya başlamıştı ve herhangi bir yanlış hareketle fırtına koparması işten bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🍁Orman Gülü🍁|~|Thranduil
Fanfiction🧝🏻Sindar prens serisi ilk kitap🧝🏻 Bu kitapta Thranduil'in prenslik dönemlerinden şimdiki krala dönüşünü ve gizemli eşini göreceksiniz. "Ben Orta Dünya'nın tekrar ışığa kavuştuğunu göremeyecek olsam bile ion nin sen ve Legolas göreceksiniz Thran...