Elvina'yı küçümsememeliydi.
Çıtıpıtı elleth görünüşünün aksine içinde kana susamış bir canavar yattığına emindi. Kırbacını gördüğünde bir terslikler olduğunu anlamıştı. Tabi Thranduil onlara bakıp güldüğünde de yandığını anlamıştı.
"Zeren'i bile yenersin ama Elvina'ya meydan okuyorsan daha sonra yanıma gelip ağlama haşatımı çıkardı diye."
Lillian sinirle yanaklarını şişirip ofladı.
Sonuç olarak Thranduil haklı çıkmıştı. Tüm gün haşatı çıkmış ve bir elf olmasına ayrıca uyumaya gerek duymamasına rağmen kendini yatağına büyük bir yorgunlukla atmıştı.
"Ya bir saniye oturduğumda bile kırbaçlamak nedir? Ben neyim senin gözünde be kadın? Kalçamın üstüne oturamıyorum senin yüzünden."
Diye söylenip uykuya dalmıştı.
Sonraki haftalarda ise Thranduil ile ilgilenmişti. Yarasına merhem sürmüş ve ona yoldaşlık etmişti. Onunla savaşmak ya da sohbet etmek zor değildi gerçi ama en zorlandığı kısım merhem sürme zamanlarıydı.
"Bu kası bir tek insan diyarlarındaki baklava tatlısı denen tatlıları taşıyan tepsilerde görürsün. Bu arada köprücük krmiklerim o kadar geniş ve derin ki bes tane kolyeyi yan yana dizsen sığar, denemek ister misin?Doya doya bak prenses. Benden faydalanmana izin veriyorum. Sırtıma erişemiyorum da şurayı bir kaşır mısın? Burası sanki kremi pek emmemiş gibi, elinle yedirir misin?"
Gibi sözlerle onu utandırıp kızdırıyordu ama bazen o kadar gülesi geliyordu ki kendini kahkaha atarken prensin mavi gözlerinin yansımasında görebiliyordu. Acaba bu kendini övme ve tavlama konusunda annesine mi ya da babasına çekmişti kim bilir belki de dedesine çekmişti. Thingol'ün çok kibirli olduğu söylenirdi ama yine de adildi.
"Cıvıma Thranduil bak giderim, köpekler gibi kaşınıp durursun ona göre."
Thranduil ise bu sözleri duyduğunda onu bileğinden ya da belinden kendine çeker ve alttan ona masum bakışlar atardı. Lillian'da kızararak ve içten içe eriyerek homurdanırdı.
Koskoca diyarda onlarca şifacı elleth olmasına rağmen prens vücudunu bir tek ona elletiyordu ve Lillian içten içe bu durumdan memnun olsa da duygularını yansıtmak istemiyordu.
Bir sabah prens kendini daha iyi hissediyordu. Yarasını kontrol etti. Biçimli vücudunda sadece belli belirsiz bir grilik kalmıştı.
Üstünü değiştirdi ve bir müddet rutin haline gelen Lillian'ı bekledi. Bir türlü gelmeyince odasında kahvaltı etti. Etraf çok sessiz ve kasvetli görünmüştü gözüne. Üstünü giyinip egosunu biçildiğini kabul ederek prensesi aramaya koyuldu.
Sonunda onu sarayın ikinci katında bulmuştu. Sessiz bir şekilde yanına yaklaştı. Amacı onu korkutup kendini eğlendirmekti.
"Seni sadece hançerlerden anlayan bir elleth sanırdım Lillian."
Lillian o kadar odaklanmıştı ki kitaba prensin alaycı sözlerini duymamıştı bu yüzden Thranduil onu iyice bir incelemeye karar vermişti. Elinde eski ve kalın bir kitap tutuyordu. Muhtemelen tarih ya da savaş kitabıydı. Altın saçlı elleth saçları gibi sarı bir elbise giymiş, saçlarını ise dalgalı hale getirmişti. Prens içindeki dürtüye uydu ve hızla atılarak prensesin saçlarını karıştırdı. Lillian onu engellemeye çalışırken kollarına sıkı bir şekilde tutundu.
"Ya ne yapıyorsun Duil?! Balkondan aşağı düşmemi mi istiyorsun Eru aşkına?"
Thranduil mavi gözlerini kısarak etkileyici bir şekilde güldü ve ahşap oymalı korkuluklara oturdu. Bacakları çam ağaçlarının iğne yapraklarına değiyor ve ortalığa uyuşturan bir koku yayılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🍁Orman Gülü🍁|~|Thranduil
Fanfiction🧝🏻Sindar prens serisi ilk kitap🧝🏻 Bu kitapta Thranduil'in prenslik dönemlerinden şimdiki krala dönüşünü ve gizemli eşini göreceksiniz. "Ben Orta Dünya'nın tekrar ışığa kavuştuğunu göremeyecek olsam bile ion nin sen ve Legolas göreceksiniz Thran...