Anduin nehrine ay ışığı tüm yumuşaklığıyla vururken prens, Lillian'ın kulağına duyulabilecek bir sesle fısıldarmış gibi yaptı ve onu hızlı bir şekilde kucağına aldı.
"Ah leydim çok özür dilerim. Ayağınız burkulmuş gibi görünüyor sizi hemen götüreyim."
Bir anda Thranduil'in rol yaptığını anlayan Lillian az önceki yakın anların etkisiyle bitap düşmüş ve yutkunarak ayak uydurmuştu. Ayrıca prensin deniz kokusu onun aklını mayıştırıyor başını döndürüyordu.
"Prensim size zahmet olmasın birazdan geçer ama tabi emriniz buysa bana da uymak düşer."
Ayağına taş düşünce canı yanmıştı ama o kadar büyütülecek bir şey yoktu yine de prensin onunla ilgilenmesi hoşuna gidiyordu. Bu yüzden ona çok değmemek için kendini kastırdı. Vücudu ona ne kadar değerse sanki Lillian'ın sıcaklığı Thranduil'in soğukluğunu kabul etmesine rağmen daha çok yanıyordu.
Thranduil babasına doğru yürürken başını eğerek selam verdi. Oropher'in cevap bekleyen bakışlarına istediğini verirken Lillian düşmesin diye onu kollarında sağlamlaştırdı.
"Lillian bana gün ışığıyla ilgili güçlerini gösteriyordu nehrin narin akıntısının üzerinde. Aniden gece indi ve nehre düştü, yüzme bilmediği için de onu kurtarmak zorunda kaldım. İşte bu yüzden ıslağız."
Oropher oğluna güveniyordu şu zamana kadar onunla hep gururlanmıştı. Thranduil ona yol gösterecek bir figürü olmamasına rağmen oğulluk ve prenslik görevlerini hakkıyla yerine getiriyordu. Derin bir nefes aldığında her şeyin bu gizemli kızla alakalı olduğunu biliyordu. O saraya yaralı bir halde geldiğinden beri oğlu tehlikeli sularda yüzüyor ve normalde asla yapmayacağı şeyler yapıyordu. Ona hayati önemde olmasına rağmen yalan söylüyor, tek başına gitmesi gereken görevlere kızı da sürüklüyor ve kendini derslerine veremiyordu.
Elindeki içiçe geçmiş dallardan oluşan asayı karşısındaki ikiliye doğrulttu. Soluk ve gümüş bir ışık prens ve prensesi sarmaladığında Lillian bir anda saçlarının ve kıyafetlerinin esen narin rüzgarlarla kuruduğunu hissetmişti.
"Size minnettarım kralım."
"Teşekkür ederim Ada."
Thranduil ve Lillian aynı anda konuştuklarında birbirlerine şaşkın bir şekilde baktılar. Hiç süphesiz Oropher aralarında oluşan çekimi hissetmişti. Ayrıca Orta Dünya'daki en sessiz adımlayan elflerden biri olduğu için ikisinin yakın anlarını görmüştü.
"Anlıyorum lakin şenlik ateşini başlatmam için oğluma ve onur konuğu olarak ise sana ihtiyacım var. O yüzden hadi meydana gidelim."
"Emredersiniz kralım."
Oropher gittikten sonra Thranduil derin bir nefes aldı ve bir süre birbirlerinden uzak durdular çekimserce. Sanki ikisi de o yakın anları düşünüyor ve anlamsızca birbirlerine yakın durmamaya çalışıyorlardı. Lillian sarı düz saçlarını toplarken Thranduil ıslık arpını torbaya geri koyuyordu.
Kayın ve çam ağaçları yerlerini dev gibi çınar ağaçlarına bırakırken tüm halk büyük bahçede toplanmıştı. Thingol'ün ölmesiyle dağılan Sindar halkı ve bir lidere ihtiyaç duyan Silvan elfleri ortaya rengarenk bir cümbüş oluşturuyordu. Ateş böcekleri ve meşalelerin yanında yıldızlar ışıklarını cömert bir şekilde sunuyorlardı Yeşil Orman Diyarına.
Kraliyet masasına ilerlerken Lillian nedense Oropher'in onun kim olduğunu bulduğunu hissediyordu. Lacivert gözleri üzerinde bir tanıdıklıkla gezinmiş ve ona derin düşüncelere dalmış gibi hissettirmişti. Yan gözle prense baktığında onun dümdüz bir şekilde ileri bakıp ciddileştiğini görmüştü. Mermer gibi yüzünde duygularını ele veren herhangi bir ifade bulunmuyordu ama onun düşüncelerinde boğulduğunu az çok biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🍁Orman Gülü🍁|~|Thranduil
Fanfiction🧝🏻Sindar prens serisi ilk kitap🧝🏻 Bu kitapta Thranduil'in prenslik dönemlerinden şimdiki krala dönüşünü ve gizemli eşini göreceksiniz. "Ben Orta Dünya'nın tekrar ışığa kavuştuğunu göremeyecek olsam bile ion nin sen ve Legolas göreceksiniz Thran...