Gecenin uğursuz karalığında altın sarısı saçlarını kara peleriniyle saklıyordu. Elvina'ya yazdığı mektup Elmîr aracılığı ile geri gelmişti ve Thranduil'den uzun zamandır haber alamıyordu.
Celebrian'a sarıldıktan sonra ne olur ne olmaz diye hançerlerini pantolonunun kemerine yerleştirdi.
"Buralara dikkat et abla. Yeşil ormandaki tehlikeyi hissedebiliyorum."
Celebrian başını salladı. Elinden geldiğince ailesini oyalayacaktı. Annesi ve babasının kardeşini göndermeyeceğini biliyordu ama Lillian'ın kararlı duruşunun sonucunda ona izin vermişti ve tüm sorumluluk kendisindeydi yine de ruhu sıkışıyordu.
İki kardeş sessiz adımlarla Caras Galadhon'daki koridorları arşınlamaya başladı. Yıldızlar bile sönüktü o akşam. Sonunda sarayın arka kapısına vardıklarında Lillian derin bir nefes aldı.
"Prenses bu yapacağınız şey çok tehlikeli biliyorsunuz değil mi?" Lord Elrond simsiyah atını dört nala sürmek üzereydi. Oraya yığılan karanlık bulutlar içine hiç iyi hisler dökmüyordu.
Lillian kararlı gözlerini ona dikti ve tırnaklarını eline geçirdi. Onun kendisini engellememesini ummaktan başka çaresi yoktu. Hoş engellese bile zor da olsa onu atlatabilirdi.
"Ablama bir şey olsa siz onu kurtarmak ister miydiniz yoksa oturup dua mı ederdiniz?"
Siyah saçlı ellon bir süre gri gözlerini kapıdaki Celebrian'a çevirdi. Bunun ihtimali bile onu rahatsız etmişti. Elronddan yayılan huzursuzluğu hissedebiliyordu Lillian ayrıca onların arasındaki eş bağının kokusunu almıştı bu yüzden cevabı biliyordu.
"Bende öyle tahmin etmiştim. Şimdi ise kaybedecek vakit yok Lordum. Kral Oropher'in desteğe ihtiyacı var." Deyip pelerinini sabitledi.
Şafak sökene kadar Eryn Galen'de olmaları gerekiyordu. O yüzden atlarını sessiz ama süratli bir şekilde karanlığın kalbine doğru sürdüler. Etraflarındaki güzel ağaçlar rüzgarla beraber savrulurken yıldızlar birer pusulaydı.
Yeşil Orman'a yaklaştıkça içindeki adrenalin artıyordu sarı saçlı ellethin. Prensi nasıl bulacağını bilememe ihtimali onu çok endişelendiriyordu. Elinin üstündeki esmer eli hissettiğinde atları yavaşlamıştı. Lillian kahverengi gözlerini genç danışmana dikti. Ondan yayılan şifayı hissedebiliyordu ama bu bile bir çift mavi gözün yerini alamayacaktı. Yine de ona minnettarlığını göstermek için hafif bir tebessüm etti.
"Prensi yıllar yıllar önce annesi leydi Freda daha Orta Dünya'da iken görmüştüm. O zamanlar Kral Oropher henüz gri limanlara yeni gelmişti. Birkaç yıl orada yaşayıp sonra Lindon'a geldiler. Bende o sırada yaşlarımız yakın diye prensle arkadaşlık ediyordum. Onlar sonradan Yeşil Orman'a geldiler ve baştan bir krallık kurdular."
Lillian ağzı bir karış açık dinliyordu onu. Yanındaki ağırbaşlı,zeki ellonun Duil ile arkadaş olması onu çok şaşırtmıştı. Hızlanmak için can atıyordu ama aceleyle iş yapmaması için Lord Elrond konuşmalarıyla onu tutuyordu.
Başka bir zaman olsa ondan daha başka hikayeler, anılar da duymak isterdi. Ailesi ve sevdikleriyle beraber karanlık her an üstümüzde belirecek mi diye korkmadan yaşamak için can atıyordu.
"Demem o ki Thranduil'i hayatın depremleri yerle bir etmemişse ve gri liman günlerindeki gibiyse ona kolay kolay bir şey olmaz. Çok inatçıdır o, gururundan yaşar." Bunları dedikten sonra Lillian'a yandan bir bakış attı. "Hele hayatında geride bıraktığı güzel bir mücevher varsa işte o zaman karşısında kimse olamaz."
Lillian bu sözlerle birlikte kızardı ama neyseki akşam vakitleriydi ve bu görülmedi. Kendisine edilen iltifat bir yana Thranduil'in kendisi için yapabileceklerini düşünmek nefesini kesmişti. Kanında savaşçı eldarın izleri varken kendisi için savaşmayan bir erkekle olamazdı ve prensin birçok kez hem kendisini hem de evini korumak için savaştığını görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🍁Orman Gülü🍁|~|Thranduil
Fanfiction🧝🏻Sindar prens serisi ilk kitap🧝🏻 Bu kitapta Thranduil'in prenslik dönemlerinden şimdiki krala dönüşünü ve gizemli eşini göreceksiniz. "Ben Orta Dünya'nın tekrar ışığa kavuştuğunu göremeyecek olsam bile ion nin sen ve Legolas göreceksiniz Thran...