1- Kahve Falı

582 21 4
                                    

Kahve fincanının dibinde biriken koyu renkli telve, karmaşık, birçok çıkmaz sokağa sahip, dolambaçlı bir hayatı temsil ederdi. Hayallerin gerçek olup olmayacağını söylemezdin, neler yaşanacağını, kiminle görüşeceğini, kimleri hayatından çıkaracağını bilemezdin. Eğer fincanın içi, koyu telvelerden az da olsa arınmışsa, işte o zaman hayallerin gerçekleşeceğine bir ihtimal verilirdi. Bir dilek tutulur, sayılar tahmin edilir ve fincan tabağına parmak basılırdı.

Havanın sinir bozucu bir derecede sıcak olduğu bir gündü, evin balkonunda bulunan saksıların dibi su dolu, çiçekleri de sıcağa direnircesine güzel ve renk renkti. Meşe odunundan yapılma sandalyelerde iki kişi karşılıklı oturuyordu. Diğerine göre epey zayıf olan kumral genç adam, burnunun ucunda duran gözlüğü sertçe gözlerine doğru itti. Sıcaktan pul pul biriken ter damlaları, çenesinden boynuna doğru aktı. Bu sıcakta gömlek giymek tam bir eziyet sayılırdı.

"Tek bir harf bile çıkmamış yine." Elindeki kahve fincanını, parmakları arasında evirip çevirdi. Uzun zaman önce temel şeylerini öğrendiği falcılığa kendi fincanına uyarlamaya çalışıyordu.

"Yalnız öleceksin bu gidişle, Anıl." Karşısında oturan, kıvırcık saçlı esmer adam ise dalga geçercesine konuştu arkadaşına. Bu saçmalığı kaç defa gördüğünü tartıyordu kafasında. Parmaklarıyla masanın üzerinde ritim tuttururken, boştaki eliyle kahvesinden son yudumu da aldı.

Anıl, elindeki fincanı bunalmışça sildi. Sabrı tükenmek üzereydi ve her gün bu kurak, ağaçsız manzarayı görmek istemiyordu artık. Balkonda oturmak ona zevk verirdi ailesinin evindeyken, şimdi ise dışarı adımını bile atmak gelmiyordu içinden. Sıkıntıyla mırıldandı. Arkadaşını da bunaltmak istemiyor, zaten kendisine yeterince katlandığını bile düşünüyordu kendince. "Otuzuma dayandım neredeyse, yalnız ölmem pekte şaşılacak bir durum olmazdı... Ne yapalım? Sonumuz böyle olur Caner."

Caner, tek kaşını kaldırdı, yüzünde eğlenircesine bir sırıtış oldu. "İşin şakasını geç, yavaştan kalkalım. Okula dönme vakti geldi." Ellerini dizlerinin üzerine vurdu, ardından hızlıca ayaklandı ve olduğu yerde gerindi. Caner'in peşine Anıl'da ayaklanarak balkon kapısından içeriye adımladı.

Eski tarz, koyu yeşil koltukların birinden siyah, deri çantasını alarak demir kapıya ilerledi. Evi küçük, öğrenci tipi 1+1 olduğundandı, her adımında çıkışa oldukça yakındı.

Peşi sıra evden çıktılar, kaç aydır yaz tatili dolayısı ile kapalı olan okulun dönem başlangıcıydı. Bundandır ki yeni cilalanmış ayakkabılarını büyük bir özenle giydiler. Eski binanın, yıpranmış korkuluklarından tutunarak aşağıya adımladılar ve binadan çıktılar.

Evet, Anıl sevmiyordu. İki yıldır yaşadığı bu şehrin tozlu sokaklarını, ot bitmeyen topraklarını, erken doğup batan güneşini sevmiyordu. Yine de bir öğretmen olarak, öğretmeyi ve öğrencilerini seviyordu. Bu ücra köşede geçimini sağlamaya çalışan köyün insanlarını ve öğrenmeye aç olan miniklerini de seviyordu.

Biraz yalnız, biraz tek başınaydı, yine de seviyordu.

Sabahın erken saatlerinde, yeni yeni uyanmaya başlayan ve karşılarına çıkan herkesi selamladı ikili. Bu iki yakın meslektaş, buraya geldikleri ilk andan itibaren hoş karşılanmışlardı, yaşıt oldukları içinde kaynaşmaları zor olmamıştı.

Kısa bir yol yürüdükten sonra, daha kapısı açılmamış, duvarları neredeyse yıkık dökük olan binanın önünde durdular. Kapısında kendi uğraşlarıyla yaptıkları tahtada yazan kelimeler ise şunlardı: Karaca Köyü Mektebi.

Caner, cebinden çıkardığı paslanmış anahtarı kapının kilidine oturttu ve çevirdi. Kapı gıcırdayarak açılırken, içeriden hafif bir küf kokusu yayıldı. İkili yüzlerini buruşturmadan edemedi.

SAYAÇ BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin