Uzun zamandır duymadığı, sabahın erken saatlerinde uyanan doğayla iç içe geçmiş kuş sesleri doluyordu kulaklarına. Garip bir huzur gövdesine yerleşmiş, pencereden giren hafif serin hava rahatlatıyordu Anıl'ı.
Gözlerini zar zor açabildi, nerede olduğunu ve bu yabancı odanın kime ait olduğunu anlayamadı ilk. Vücudunun her bir noktası ağrıdan durmuyordu ve parmağını bile hareket ettirecek durumu yoktu. Ancak bu ağrıların sebebi aklına doluştuğunda nerede olduğunu anladı. Dün gece bir hayal gördüğünü düşünmüştü fakat şimdi görüyordu ki her şey gerçekti.
Büyük bir utanç zihnini bulandırdı, eli sıkıca yatağın nevresimlerine sarıldı. Şimdi tek başına orada yatarken derin soluklar veriyordu. Herkes yapıyordu sonuçta bunu, insan sevdiğiyle olmayacaksa kiminle olacaktı ki? Sevdiği de değil, sevgilisiydi artık.
Kendini yatıştırmaya çalıştı. Birkaç dakikanın ardından oflayarak beyaz tavana bakmış, gözleriyle odayı taramış ve sıkılmıştı. Yavaşça doğrulmaya çalıştı, kalçasından omurgasına yükselen ağrıyı görmezden gelmek istedi. Yine de ağzından acıyla birkaç inleme döküldü. O an Tugay'a içtenlikle küfür bile etmek istedi.
Odanın kapısı sertçe açılıp, içeriye ıslık çalarak giren bedenle dondu yatakta. Tugay, eli kapının kulpunda genç adama bakarken onu inceledi. Yüzünde oldukça hoş bir gülümseme vardı. Morali oldukça yerinde, oldukça tatmindi.
Anıl çıplak vücudunu saklamak istercesine yorganı üzerine çektiğinde bunu pek becerememişti. "Günaydın güzellik." Yanına gelen Tugay ve onun rahat tavırlarıyla daha da utandı. Cevap vermek adına çabalamadı, başını eğerek dizlerine odaklandı. Hemen onların dininde durarak yukarıdan bakan gözlerin baskısını önemsememeye çalıştı. "İyi misin Anıl'ım, canın yanıyor mu?" Şimdi adamın sesi endişeli geliyordu. Buna kayıtsız kalamadığından kafasını kaldırdı ve keskin hatlara sahip yüze baktı.
"Günaydın... Ağrım var biraz." Dürüst olmak en iyisiydi bu durumda. Saklamak için vereceği enerjisi bile yoktu.
Tugay, dizleri üzerine çöktü ve ellerini çıplak dizlere sardı. Yorgunluktan gözlerinin altı morarmış sevdiğine baktı endişeyle. "Kendimi tutamadığım için üzgünüm bebeğim," konuştuğunda yerin dibine girmek istedi Anıl. Bu konuşma ölesiye utandırıyordu adamı. "Bütün gün seninle ilgileneceğim, söz. Bilirsin ki ben sorumluluk sahibi bir adamım." Kaşlarını garip bir şekilde yukarı kaldırdı ve sırıtışı yüzüne yayıldı.
Bu haline gülümsedi Anıl. "Bilirim." İçindeki utanç yavaşça kayboldu. Şimdi sevgilisi kendisi ile ilgilenirken daha da rahatlamış, ona sırnaşmak bile istemişti. Bu yüzden iki kolunu da kaldırıp hemen hizasında durmakta olan adamın boynuna sardı. Sımsıkıca sarıldı sevgilisine, yanağına bir öpücük kondururken de aynı karşılığı verdi Tugay. İkisi de sımsıcak, ikisi de bütün hissediyordu şimdi. "Senin her bir düşüncene, davranışına ve durumuna tamamım ben Tugay, yeter ki yanımdan gitme."
Tugay, gözlerini sımsıkı kapatıp Anıl'ın kokusunu ciğerlerine çekti. "Beni senden koparamazlar artık." Gevşeyen kollar arasından geri çekildi ve yumuşakça öptü öğretmenin dudaklarını. Geri çekilirken ikisi de gülümsüyordu. "Sana güzel bir haberim var."
Anıl, parlayan gözleriyle baktı askere. İçinden bin bir türlü düşünce geçti. Annesinin yumuşadığını bile ihtimal dahilinde düşünmüştü fakat bunun olmayacağını içten içe biliyordu. Dikkatle dinlediğini belirtmek adına başını salladı merakla.
"Bir avukat arkadaşıma danışmıştım. Asaf'ın durumuyla ilgili..." Bir an duraksayarak Anıl'ın tepkisine baktı. Adamın heyecanını açıkça gördüğünde ise devam etti. "Dava çok uzun sürmeyecek. Kazanma ihtimalin de çok yüksek. Bazı belgeler lazım, çocuğun verildiği kurumla görüşeceğiz..." Bir bir anlatırken gözlerini asla ayırmıyordu bal gözlerden. Onlardan tek bir tereddüt geçtiğini görmek istemiyordu.
İstemiyordu fakat Anıl'ın sevincinin yanında huzursuzluğunu da hissedebiliyordu. Omuzları hüzünle çökmüş gibiydi. Ellerinin de titrediğini fark etti Tugay, yorganı alarak çabucak omuzlarına sardı. "Sorun ne?" Diye sordu.
Anıl, aklındaki tedirgin düşünceleri söyleyip söylememek arasında gidip geldi. "Tugay... Ben daha fazla mesleğime devam edebileceğimi düşünmüyorum." Bir çırpıda döküldü.
Bu itiraf, iki bedeni de hazırlıksız yakaladığından kimse konuşmadı. Asker ciddi olup olmadığını anlayabilmek için bekledi. Oysaki Anıl'ın gözlerinde kesin bir kararlılık vardı. Tugay dili tutulmuşçasına donduğundan devam etti Anıl. "Köyde olanlar ve en sevdiklerimin kaybı beni çok etkiledi. Asaf'ı orada tek başıma bıraktığım için de pişmanım. İçim içimi yiyip duruyor. Oradaki bütün o öğrencilerime zarar gelirken bile bir şey yapamadım."
Tugay onu durdurmak ve itiraz etmek için dudaklarını araladığı sırada askere izin vermedi Anıl. Şimdi ağlamazken, cümleler kesinlikle çıkıyorken ağzından, konuşmak istiyordu. "Yapamam Tugay. Ben, öğretmenliğe aşık oldum fakat onu dürüstçe yaşatamadım. Bu yüzden... Eğer mümkünse Asaf'ı yanıma almak ve bütün ilgimi ona sunmak istiyorum." Derin bir nefesi verdi yavaşça. "Asaf'ı ve seni istiyorum yanımda."
Anıl'ın durup düşünmeye zamanı çokça olmuştu. Köyde Tugay onu bıraktığı zaman, okulda boş zamanında, gerçekleşen saldırıda, Şengül ve Tarık'ın onları bıraktığı zamanda, Ufuk'un evinde Tugay'dan haber beklediği ve Kamil'in fedakarlığını ödediği zamanda. Bolca düşünmüştü ancak bütün bunları yitirmeden yapamamıştı maalesef. Kendisine şimdi sorsalar geç kaldığını söylerdi, ömür yitirilmeden yetişemediğini.
Bu yüzden şimdi emindi.
Asker, ufacık bir şüphe dahi göremediğinde yutkundu. Aklına türlü türlü söylenecek sözler geliyordu. 'Sen müthiş bir öğretmensin.' Ya da 'Sen görevini layıkıyla yapıyorsun.' gibi. Oysaki hepsi palavraydı.
Eğer sevgilisi böyle düşünüyorsa, öyle olacaktı. "Senin isteğin, benim için emirdir bir tanem." Anıl'ın yanağını okşadı nazikçe. "O zaman Asaf'ı da alalım ve benimle gelin, olur mu?"
Anıl öğretmenliğine devam ettiği sürece atanacağı yerler değişecekti. Bu, Tugay için de geçerli ve daha karmaşık bir süreçti. İki sevgili bir arada olmak için ayrı kalmaları da gerekiyordu. Şimdi ise Anıl'ın sözleri, içinde bir yeri rahatlatmıştı. "İstiyorsan, benimle gelin. Tek görmek istediğim sensin Anıl, görev için gittiğimde tek karşılayanım da sen ol. Yanında bir velet de olsun. Yeter ki sen iste. İkiniz de bana yaslayın sırtınızı, sizi rahat ettirmek için elimden geleni yaparım."
Duyduklarıyla yutkunmakta zorlandı Anıl. Boğazı düğümlendi, büyük bir rahatlamayla boşaldı elleri. Tekrar askerin boynuna atıldı hızlıca, sımsıkı sarıldı. "Asaf'ı da alıp gidelim Tugay. Seninle her yere gelirim."
Asker, kocaman gülümsedi. İlk kez böyle mutlu, böyle rahat hissediyordu. Huzur denen şey bu muydu? Öyleyse sonsuza kadar bu anda yaşamayı tercih ederdi Tugay.
Hızlıca başını salladı. Koskoca askerin, kocaman bedeni titredi. Mutluluk gözlerine doldu, yaşlar süzüldü fakat bunların tek sebebi huzurdu.
*
Selamlar, nasılsınız? Umarım iyisinizdir.
Bir sonraki bölümü mutlulukla yazıyorum, bu yüzden çabucak atacağım onu da.
Açıkçası, finale pek kalmadı. Aklımdaki çoğu şeyi oturttum fakat bu kitapta eksik bıraktığım çok ayrıntı oldu. İlk kitabım olduğundan acemi şansı olsa gerek, çoğu şeyi hissettiremedim sanırım.
Bu yüzden aklımda çok istediğim, güzel bir düşünce var. Bir sonraki bölümde, eğer ki beğenmiş olursanız ufak bir duyuru yapacağım.
Özel olarak: Kitabın bu kadar bile okunacağını hayal edemezdim. Bütün herkese içtenlikle teşekkür ederim.
Birkaç bölüm yazar ve bırakırım diye düşünüyordum, sonra kitap köşede bir yerde unutulur gider diyordum.
Desteğiniz için teşekkürler!
Şimdilik, geçici bir hoşça kalın diliyor ve sonraki bölümde görüşürüz diyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYAÇ BXB
Teen Fiction"Seninle mezarlıkta görüşürüz belki. Yanında olmam, soğuk bir kalbe sahip olurum. Sırt üstü yatarım orada, senin gelmeni beklerim Anıl. Eğer... Bir şey olursa, eğer orada buluşursak, bil ki geldiğini görürüm." Gözlerini bir an olsun ayırmıyordu genç...