"Tamam, bu sefer kimsenin omzuna çarpıp kavgaya karışmayacağım." Bıkkın, omuzları düşük bir şekilde karşısındaki iki adama doğru konuşuyordu kara gözlü oğlan. Yaşının aksine oldukça olgun, bir o kadar da soğuk görünüyordu dışarıdan.
"Ve kimseye laf atmak yok." Diye ekledi gözlüklü olan. Bir yandan çocuğun giydiği omuzluğu ve kaskın duruşunu düzeltiyordu. Yüzünü çevreleyen demirler kaskın tepesiyle birleşiyor, çocuğun gözleri parmaklıklar arasında kalmışçasına parıldıyordu.
"Tamam, laf atmak da yok." Bu konuşmanın gittikçe uzadığını biliyordu, bu yüzden hızlıca eğilip patenlerinin bağcıklarını bağladı. Üzerindeki kıyafetler hareketlerini ne kadar kısıtlasa da bunca zamandır alışmıştı.
Onun hareketlerini dikkatlice inceledi ikili, ikisi de biliyordu ki çocuk öylesine laflarda bulunmuş ve böyle sakin olamayacaktı. Her ne zaman o buz pistine çıksa, sanki delilik yüreğini çevrelemiş gibi hareketlerde bulunuyordu. "Ben ciddiyim Asaf. Seni buz hokeyinden almamı istemiyorsan düzgün oynayacaksın."
Asaf, eğildiği yerden hızlıca doğruldu ve asık bir suratla babasına baktı. Yukarı kaymış kaşları ve kocaman gözleriyle hüzünlü bir tavır almıştı. İşte bu surat karşısında daha fazla sert olamıyordu adam. Bunu bilen çocuk ise bu fırsatı kullanmaktan çekinmiyordu. "Ama baba..." dedi. Bu kelimeye de zaafı vardı Anıl'ın. "Beni en çok mutlu eden şey bu spor!"
Asaf'ın dokunaklı konuşması, hemen Anıl'ın yanında oturmuş ve kollarını göğsünde bağlamış adamın kahkaha atmasına sebep olmuştu. Rastgele bir şekilde oturuşunu düzeltti. "Baksana Anıl, hemen nasıl sattı bizi. Bir buz hokeyi kadar olamadık."
Çocuğun hüzünlü ifadesi anında silindi, kaşları çatıldı ve sinirle adama baktı. "Çoğul kullanmasana Oynak Hamsi." Asaf, her zaman olduğu gibi yine lafları sakınmadı. "Ben babamı asla satmam."
Tugay, çocuğun kendisine taktığı onlarca lakaptan birini duyduğunda içten içe belirli bir kişiye küfürler saydırdı. Bunları öğreten laz adam şimdi yanında olsa ensesinden tutar çocuğa doğruları öğretmesini söylerdi. "Ben şimdi seni bir oynatacağım velet, göreceksin." Diyerek mızmızlandı. Ne yazık ki söyledikleri oracıkta uçup gitti, hoparlörden yankılanan ses Asaf'ın takımını sahaya çağırmış ve çocuk onu dinlememişti bile.
Heyecanla gözleri açıldı, patenlerinin bıçak kısımları üzerinde paytakça yürüdü ve hala oturmakta olan ikiliye el salladı. Az önceki tartışma unutulmuş ve onun heyecanına ortak olunmuştu şimdi. Tugay, çocuğun heyecanla gidişini ve arada dönerek kendilerine el salladığını gördüğünde kocaman gülümsedi. Başını iki yana salladı aklındaki düşüncelerle. "Çok mu şımartıyoruz acaba?"
Sesi, duyulamayacak kadar kısıktı ve Anıl anlamazca adama baktı. Yüzündeki gülümseme büyümüş, Asaf'ı arada kontrol eden gözleri arasında Tugay'ın ne dediğini tekrarlaması için adamın suratına bakıyordu. Asker, sevdiğinin sevinci ve heyecanı karşısında bir an dondu. Manzaranın tadını çıkarabilmek adına Anıl'ın yüzünün her bir karışını dikkatle inceledi. Zaman ikisine de pek iyi davranmamıştı ve aradan geçen beş yıl boyunca birbirlerinin her hallerini görmüşlerdi. Yine de, adam sevdiğine her baktığında, hastanenin o yağmurlu bahçesine geri dönüyormuş gibi oluyordu.
Anıl, tekrar onunla konuşmuş ve tekrar tanışmışlar gibi hayranlıkla izliyordu onu. Sadece iki kişi olmalarına razıydı, buna rağmen aralarına katılan küçük çocuğun heyecanı onları sürekli yeniliyor gibi hissediyordu.
"Ne oldu, dediğini anlamadım." Tugay'a eğilerek sordu Anıl. Gözlüklerinin altından adamın sert çehresine bakıyordu. Gözünün altında oluşan morluklar yıllar boyunca daha da artmış gibiydi, alnındaki izler derinleşmiş ve daha da olgunlaşmıştı. Bütün bu gözle fark edilebilir detayların aksine, Tugay hala yakışıklı bir adamdı onun için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYAÇ BXB
Teen Fiction"Seninle mezarlıkta görüşürüz belki. Yanında olmam, soğuk bir kalbe sahip olurum. Sırt üstü yatarım orada, senin gelmeni beklerim Anıl. Eğer... Bir şey olursa, eğer orada buluşursak, bil ki geldiğini görürüm." Gözlerini bir an olsun ayırmıyordu genç...