Gözler buluşur, iki sıcak beden birbirine çekilir ve bir söz söylenir. Sana bakar, sanki sende bakmaya değer bir şey görürcesine bakar. Gönlün kayar gider gideceği yere kadar, tutmaya rızan olmaz zaten. Sıcaklığı seni fırtınanın içinden koparıp alır ki soğuk parmak boğumları hiç ısıtamasa bile eriyip gidersin. Beklemediğin anda, beklemediğin bir yerde, beklemediğin birisi kapıyı kırıp girer ve sen düşersin. Bir daha düşmemek üzere, ona düşersin.
Bir yudum daha aldı sıcak içeceğinden Tugay, sol parmak uçlarına bakarak masada gezdiriyordu teker teker her birini. Buharı tüten kahvenin boğazında bıraktığı hafif acıyla biraz daha yumuşadı hareketleri, bedeni biraz daha rahatladı ve geriye doğru yaslandı iyice. Geleli yarım saat olmamıştı bu kafeye, dün geceki olayı atlattıktan çok kısa bir süre sonra acil bir telefon gelmiş, buluşulacak mekan mesajla bildirilmişti. Her ne kadar gönlü o evde biraz daha kalmak ve askerin gelmesini bekleyeceğini söyleyen genç öğretmenle biraz daha sohbet etmek adına dirense de, görev beklemezdi.
Evden çıkarken, öğretmen endişeyle kaşlarını çatmış ve 'Kahvaltı için senin gelmeni bekleyeceğiz.' demişti. Bunu düşündükçe Tugay'ın yüzünde ufak bir gülümseme oluşuyordu. Tek başına oturduğu masada gülüp duruyordu, yanından geçen garsonlar ona garipçe bakıyordu fakat asker bunun farkında değildi. Kendince öğretmenin cümlelerini değiştirmiş ve 'Seni bekleyeceğim.' olarak yineliyordu cümlelerini zihninde.
"Salak salak niye sırıtıyorsun be adam?" Başının tepesinden duyduğu yüksek sesle oturduğu yerde irkildi. Hızlıca arkasını döndü sandalyede, tepesinde dikilmiş ve ona tip tip bakan adam ile derin bir soluk verdi. Tekrar kendini düzelterek önüne döndü, ayaktaki adam da pek oyalanmadan karşısındaki sandalyeyi çekmiş ve hızlıca oturmuştu.
Kirli sakalları çıkmış, yüzünde yer yer edinen yara izlerine sahip adam, açık mavi gözlerini tam olarak Tugay'a dikti. "Hoş geldin." Komutan onun dalga geçen sorusunu göz ardı etti ve uzun zamandır görmediği dostunu memnunca karşıladı. Adam solgun sarı saçlarını tek eliyle geriye attı ve gülümsedi.
"Hoş bulduk paşam. Hoş bulduk." Gülümsemesi ile iyice belli olan gamzesini gözler önüne sundu adam, sanki kendisinin ne kadar iyi olduğunu biliyor ve bunu hiçbir şekilde gizlemiyordu.
"Görüşmeyeli nasılsın Burak?" Kahvesinden bir yudum daha aldı Tugay, keyfi yerinde ve zihni sakindi. Burak'ın imalı bakışları, bir şeyleri sorgular gülümsemesini bile takmadı. Yıllardır tanıdığı bu yakışıklı adamın tavırlarına çoktan alışmıştı. Beraber okulu bitirmiş, beraber görevlere çıkmış ve beraber rütbe atlamışlardı. İki dost, iki yüzbaşı olarak kendi timlerine ayrılmışlar ve yolları en sonunda denk gelmişti.
"İyiyim kardeşim, seni sormalı? Son gördüğümden daha iyi gördüm seni." Burak, oturduğu yerde geriye yaslanarak bacaklarını üst üste attı. Az uzağındaki garsona elini kaldırarak havada daireler çizdi, ne demek istediğini anlayan garson başını sallayarak onayladı ve mutfağa girdi. Bununla oturduğu yerde daha da yayılarak dikkatini askere verdi Burak.
"İyiyim. Zaman geçiyor, iyi olmayıp ne yapacaktım?" Tugay, klasik olan selamlaşmayı bir an önce atlamak ve acilen kendisinin çağrılma nedenini öğrenmek istiyordu. Dudakları tekrar aralanırken masaya biraz daha yaklaştı. "Bunları geç de, beni niye buraya çağırdın acilen?"
Burak, arkadaşının direkt konuya gireceğini biliyordu elbet. Tek düze, açık bir adamdı Tugay. Yıllar geçmesine rağmen arkadaşının değişmediğini görmek onu içten içe hoşnut etti. "Bir haftadır Kargalar köyünde görevdeydim." Yanlarına gelen garson masaya bir bardak çayı bıraktığında konuşmayı kesti. Garsonun gitmesini bekleyerek, çaya bir paket şekeri açarak döktü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYAÇ BXB
Teen Fiction"Seninle mezarlıkta görüşürüz belki. Yanında olmam, soğuk bir kalbe sahip olurum. Sırt üstü yatarım orada, senin gelmeni beklerim Anıl. Eğer... Bir şey olursa, eğer orada buluşursak, bil ki geldiğini görürüm." Gözlerini bir an olsun ayırmıyordu genç...