Herkese merhabalar, geç gelen bölüm için özür diliyorum.
İyi okumalar dilerim.
Uyarı: Bölüm içinde küfür vardır.
*
Tugay
Sikeyim, sikeyim, sikeyim.
Bu kadar büyük bir bedel ödemek zorunda mıydık? Neden olmuştu bu? Neden bunu yaşamak zorundaydık? Tanrı neden izin vermişti buna?
Koyu lekerle dolu ellerim benden bağımsız saçlarıma uzandı, çöktüğüm yerde yok olmak istercesine dizlerimi kendime çektim, saçlarıma tutundum, acımı yok etmeyeceğini bildiğim halde onlara tutundum. Yüzümdeki ıslaklık geçmiyordu bir türlü, tuzlu su yaralarımın üzerinden geçiyor ve daha da acıtıyordu.
Sorumlu doktorun yanımdan ayrılması çok kısa bir süre önce olmuştu. Ne kadar zaman geçtiğini de bilmiyordum pekala, sadece kendime hakim olmaya çalışıyordum. Yüzbaşı olarak çıktığım ilk görevde, benim emrimde olan ilk timimde, ilk askerimi şehit verdiğimi öğrenmenin üzerinden çok geçmemişti. Elbet zaman hızlıydı, gerçekten hızlıydı... En değerlimizi alır götürür, onun açtığı boşlukta tek başımıza asılı kalırdık.
Bu kara leke kalbimi sardı. Acı ciğerlerimi sardı, en son bağırıp çağırdığımı hatırlıyorum. Hakan'ın doktor çağırdığını ve koluma batan sivri maddeyi hissetmiştim. Geriye kalan sadece göz yaşlarım ve gönlümdeki boşluktu. Pişmanlık, çaresizlik ve hüzün. Elimden bir şey gelmezdi. Benim yüzümden yanlış kararlar verilmiş ve geri dönülemez bir noktaya gelinmişti. Bir aslanım öldü. Onu sevdiklerinden ve sevildiklerinden ayırdım.
Omuzlarımın üzerindeki yoğun yük, nefes almamı engellediğinde kafamı kaldırarak beyaz duvara baktım. Etraftan geçip giden çoğu insanın bakışlarını hissetsemde onları takacak durumda değildim. Acımın üstünü kapatan uyuşukluk beynime kadar ulaşmıştı.
Kulaklarıma uğultular geldi. Hastanede kısık sesli bir gürültü yükseldi. Uyuşmuş bedenim merakla döndü o tarafa. Kendimi toparlamaya çalıştım. Titreyen bacaklarımı hareket ettirdim, yanımdaki sandalyeden destek alarak ayağa kalktım.
Ben bir askerdim. Demir kadar sağlam olmalıydım.
Duruşumu düzelttim. Omuzlarımı gerdim.
Koridorun sonunda oluşan kargaşaya doğru ilerledim. Bağırış çağırışlar daha da belirgin hale gelirken, adımlarımı hızlandırdım. Neler olduğunu bilmiyordum, merak bütün vücudumu ele geçirdi.
"Lütfen! Lütfen, çok ateşi var! Gidersek eğer bu geceyi atlatamaz!" Genç bir adamın çığlıkları kulaklarıma ulaştı. Koridorun sonunda oluşan kalabalığa birkaç güvenlik daha eklendi. Aralarına girerek kendime yol açtım. Kalbim hızla atmaya başladığında, önüme atlayan zayıf kadını kenara iterek iyice sokuldum bulduğum boşluğa.
"Oğlum ölür!" Başka bir kadın da bağırdı, sesindeki saf korku ve seçtiği kelimeler tüylerimi diken diken yaptı.
Sonunda görüş açıma giren bedenler duraksamama neden oldu. Gözlüklü, oldukça genç bir genç, kucağında tuttuğu bilemedin dört yaşlarındaki çocuğu düşürmemek adına dizlerinden destek alarak kucaklıyordu. Gözleri korkuyla etrafa bakıyor, yanı başındaki güvenliğe ve önlüklü adama derdini anlatmaya çalışıyordu. Sol tarafındaki ince ve zayıf kadında onun koluna tutunmuş, gözyaşlarını akıtıyordu.
Kendimi tutamadım. Sinir bütün vücudumu ele geçirdi. Adamın kucağındaki çocuk kıpkırmızıydı ve terden saçları birbirine yapışmıştı. Çocuk hastaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYAÇ BXB
Teen Fiction"Seninle mezarlıkta görüşürüz belki. Yanında olmam, soğuk bir kalbe sahip olurum. Sırt üstü yatarım orada, senin gelmeni beklerim Anıl. Eğer... Bir şey olursa, eğer orada buluşursak, bil ki geldiğini görürüm." Gözlerini bir an olsun ayırmıyordu genç...