İki ay sonra /08 Ağustos,
Sıradan bir günün sabahında uyandım. Saat altı bucuğu gösterirken daha fazla oyalanmadan hazırlanmaya başladım. Aylardır sabahları erkenden kalkıyor ve kahvaltı etmeden işe gitmiyordum. Dışarıda yapılışını görmediğim yiyecekleri yememe takıntım vardı. İnsanlar kamera arkasında olduklarında görülmediklerini sanıyorlardı ve onlara güvenemiyordum. Sokak satıcıları veya restoranlar. Mecbur kalmadığım sürece hiç birinden yemezdim. Hatta çoğu zaman ekmek, peynir gibi şeyleri bile yiyesim gelmiyordu fakat bu konuda bir kaç adımda olsa kendimi aşabilmiştim. Fazla takıntım vardı ve doğru söylemek gerekirse bunlar çoğu zaman hoşuma gidiyordu.
Hazırladığım sofradan bir kaç şey atıştırdıktan sonra toparlamak üzereyken takırtı seslerinden sonra toparlamayı bıraktım. Biri uyanmıştı.
Mutfak kapısından gelen annem ile gülümsedim. Karnı şişmeye başlamıştı ve bu her geçen gün paniklememi sağlıyordu. Psikolog bile bana care bulamamıştı ve pes etmiştim. Kendi sorunlarımın çözümlerini kendim bulabilirdim.
"Çok mu ses yaptım?"
"Yok anneciğim. Erkenden hastaneye gidicektik biz, o yüzden uyandım." Sık sık hastane randevularına gider olmuşlardı. Babamı hiç bu kadar panik görmemiştim. Annem ay dese babam doktoru aramaya başlıyordu.
"Tamam ben çıkıyorum" dediğimde yanıma gelip yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Kendini yorma tamam mı annem? Bir şey olursa, canın bir şeye sıkılırsa da hemen ara." Bunu gecen hafta işten moralim bozuk bir şekilde geldiğim için söylemişti. Bir şey olmadığını yüzlerce kez söylesemde kimse bana inanmamıştı. Hatta babama kalsa iş yerime gelip millete hesap sorucaktı. Çocuk muydum ben?
"Annem iyiyim ben. Hiç kimse moralimi bozamaz benim merak etme sen. Ben senin kızınım unuttun mu?" Güldükten sonra yanağıma bir öpücük bıraktı.
"Geç kalmadan kaçıyorum ben. Dikkat et kendine olur mu?"
"Tamam kızım sende dikkat et." Odama hızlı adımlarla kaçıp son işlerimi de hallettikten sonra bilgisayar çantamla birlikte ecden çıktım. Yaklaşık iki aydır nefes almadan çalışır olmuştum ve bir haftadırda boştum. Ders tekrarı yapıp, yeni diller öğrenmek için vaktim vardı artık. Kısa süreler olsada boş durmaktan iyiydi.
Arabamı otelin parkına park ettim. Eşyalarımı da alıp arabadan indim ve her zamanki gibi a bloğum lobisine doğru yürüdüm. Ada arkası dönük bir şekilde bir şeylerle uğraşıyordu. Masasına gidip ne yaptığına bakıcağım sırada elinde küçük bir kekle arkasını döndü. Kekin üzerinde bir mum vardı ve yanıyordu.
"Hadi dilek dile." Elindeki kek bakıp güldüm. Doğum günleri gibi kutlamalar benim için önemli sayılmazdı. Bu yüzden kutlamazdım.
"Tamam" değip üfledim. Tek dileğim başıma bela almamaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİRZA
Genç Kız EdebiyatıÇocukluklarına dayanan bir aşk hikayesi Mirza ve Yiğit'inki. İkiside büyük şimdi belki ama hala çocuk. Mirza takıntıları ve korkuları olan bir çocuk iken, Yiğit büyümek zorunda bırakılmış bir çocuk mesela. Peki bir çocuk nasıl olur da takılıp düştü...