"Neden beni hiç sevmedin de onu sevdin?"
Bunu Ferdi için falan söylemiyordu. Ya da başkası için de değildi bu sözler. Bunları babası için söylüyordu.
"İsak'ı severken beni neden sevmedin? Hastayken onun üstüne titrerken bana bi' ilacı bile çok gördün sen. Ben de onun gibi annesi olmayan bir çocuktum."
Elindeki, az önce kollarını sardığı peluş köpeği rastgele fırlattı Arda. Nereye gittiğini umursamadı kanlı köpeğin. Kendi vücuduna yerleştirdiği her bir kesik sonrası sıkıca sarılması yüzünden üzerinde kan lekeleri oluşan köpek küçükken onun dert ortağı, hep konuştuğuna inandığı arkadaşıydı.
"Sadece aptal bir çocuktum. Köpek oyuncağının konuşacağına inanan bir çocuk! İsak gibi.."
Ferdi'ye, kendine verdiği sözü tutamamış yine jilete koşmuştu ilk anda. Babasından gelen İsak senin yüzünden mi mutsuz, ne yaptın yine oğluma özetli mesaj yüzündendi bu kriz.
"İşe yaramazın tekisin. Doğduğun güne her gece lanet ediyorum. Oğlumun senin yüzünden akan her bir damla göz yaşında senden daha çok nefret ediyorum. Annen gibi, zarardan başka hiçsin."
"Sadece aileme zararı dokunan iğrenç çocuğun tekisin!"
Babasının sözlerini sanki kendi sözleriymişcesine tekrarlayıp masasındaki kalın hukuk kitaplarını yere fırlattı.
Sırf babası gibi cani, acımasız insanları yargılamak için seçmişti altı yaşından beri hayali olan bu bölümü. Küçük bir çocuğun tek hayali babasına, babası gibilere ceza vermek olmamalıydı.
Aklında bazı anıları canlandı, hayal meyal de olsa hatırlıyordu. Annesinin yine onu alıp karakola gittiği günlerden biriydi. Evet, yine. Polisler yüzü darmadağın kanlar içinde olan kadına, eşini buraya çağıralım aranızı yapalım diyorlardı. Daha sonra Arda'ya ufak bir şeker verip babasını arıyorlardı.
"Nerede onlar?"
Darmadağın odada yere fırlattığı şeyleri umursamadan dolabını dağıtmaya başladı. Aradığı kutuyu bulmak için dolabındaki her şeyi yere fırlatıp daha da derinlere baktı. Yoktu işte.
"Nerede bu siktiğimin kutusu?"
Eline çarpan sert tahtayla ahşap kutuyu bulduğunu anladı. Hızla yerinden alıp kendine bastırdı kutuyu.
Yavaş yavaş kaybetmeye başladığı gücüyle olduğu yere çöktü. Parmaklarını, kutunun üzerindeki ezbere bildiği desenlerde gezdirdi. Sakin hareketlerle açtığı kutunun içinde annesiyle çocukluğunda çekildiği, dördünün de ailece denilebilecek şekilde bir arada oldukları, annesinin gençlik dönemlerine ait olan bazı fotoğraflar ve renk renk fakat aynı marka olan küçük şekerler vardı.
Polis memurlarının her gelişinde ona verdikleri şekerleri yememişti Arda. Hepsini saklamıştı çünkü o günkü nefreti ve hırsı babasına karşı hâlâ aynı kalsın istiyordu.
"Bir, iki, üç, dört..."
Tek tek saydı şekerleri. Hâlâ nefretinin aynı kaldığına emin oldu. Babasına karşı zayıf düşmemeliydi.
Eli boş şeker paketinin üstüne gelince durakladı. Sadece o şekeri yemişti Arda. Çünkü polislerin o şekeri verdiği gün, oraya çağırdıkları babası ilk defa sıkıca sarılıp öpmüştü küçük çocuğun yanaklarını. Sevmişti Arda'yı. Sevmiş gözükmüştü en azından. Arda ise ona güvenmiş, işte benim babam demişti ufaklık.
"Özür dilerim anne. Ona güvenip o şekeri yediğim için özür dilerim. Bize, sana yaptıkları için özür dilerim. İsak'ın bencilliği için özür dilerim. Güçsüzlüğüm için özür dilerim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
leaving tonight | arfer
De Todoi swear to god the voices wouldn't shut up, oh and i, i figured it all to be love but this isn't lovely