9. Hiç Gibi

91 9 97
                                    

🎶 Ege Can Sal - Başa Sar

🌑🌑

Yaralar hep sızlardı.

Yaralar can yakardı.

Yaralar geçmişi hatırlatırdı.

İçimdeki derin yara hiç kapanmayacaktı. Dün bir kez daha hatırlamıştım.

Sabah erken bir saate annem arayıp eve çağırmıştı. Söylediği tek cümle "Deniz, eve" olmuştu. 2 veya 3 haftaya -belki daha fazla- tekabül eden bir süredir burada kalıyordum. Annem nasıl olduğumu, ne yaptığımı sormak yerine beni eve çağırmak için aramıştı.

Umursanmamaya, sevgisizliğe, hiç gibi hissetmeye alışmıştım.

Azar işiteceğimi bile bile o eve gidip kapıyı çaldım. Annem bir şey demeden o soğuk ifadesi ile kapıyı karşılardı. Bir keresinde ödev yapmak için teyzemlere gitmiştim, teyzem Hakan'ı ve beni kapıda gördüğünde yüzündeki gülümseme ile bizi karşılayıp sıkıca sarılmıştı. Annemin bana hiçbir zaman sunmadığı o gülümsemeden teyzemde çok fazla vardı.

İçeriye geçip gri renk koltuğa oturdum. Bir zamanlar benimde için bulunduğum evime yani evim zannettiğim yere yeniden gelmiştim. Artık her şey çok yabancı, bana ait değilmiş gibiydi zaten bu eve hiçbir zaman ait olmamıştım. Bir yere veya bir kişiye ait olmak, bütünüyle hissetmek güzel ama başarması zordu.

Hemen karşımda oturan annem ve babam duvarı andıran belki de daha soğuk olan ifadeleri ile bana bakıyorlardı.

"Ne dedim ben sana!" diye bağıran babamın sesi ile birden afalladım.

"Elin adamını eve mi attın lan sen." Ben ne dediğini idrak edemeden o saçlarıma asıldı. Saçlarımı o kadar sert bir şekilde çekiyordu ki gözümden yaşlar akmaya başladı.

Ben öyle bir şey yapmadım. Yapmazdım.

"Komşular görmüş lan seni! Adam girmiş eve."

Bana inanmak yerine başka birine inanmayı seçiyorlardı. Bana güvenmek, söylediğim şeye inanmak bu kadar mı imkansızdı.

"Bana yardım etmek için geldi." Derin bir nefes alarak konuştum. "Beni arayıp sormayan bir aile olarak b-" Cümlemi bitirmeye izin vermeyen babam bağırarak konuştu.

"Biz senin aileniz." Sanırım benim bildiğim aile tanımı ile anne ve babamın bildiğinden çok farklıydı. Aile demek her anında olmak, mutlu olduğunda onun yerine daha çok mutlu olmak, üzüldüğünde daha çok üzülmek, her daim birlikte olup, değer vermek ve birbirini sonuza kadar sevmektir. Bunlara bakılırsa bir hiçbir zaman bir aile olmamıştık.

İçimdeki ateş beni yakıp küle çeviriyordu. Günden güne kalbim yanıyor, yok oluyordu. Bu ateş sadece beni değil onları da yaksın istedim ve içimdeki alevi saldım.

"Ailemsiniz öyle mi? Ne zaman saçlarımı okşadın bana? Bu çektiğin saçları ne zaman okşadın sen? Nasılsın kızım diye sordun mu hiç? Gerçi sen bana kızım bile demezsin. Annelerin kırdığı kalper kadar babaların kırdıkları da çok acıyormuş. Yıllar geçse bile ben hep baba hasreti çekeceğim ve bunun tek suçlusu sensin. Beni babam olduğu hâlde yetim bıraktın."

Gözümden yaşlar süzülüyordu. Bir kez daha ailem için ağlıyordum. Son kez ağlamak istiyordum ama son olmayacağını biliyordum.

Onun gibi bağırarak değil de sakin bir şekilde konuşuyordum. Bağırarak bir şeyleri ifade ettiğiniz zaman o şeyin canınızı yaktığını ve hâlâ daha alışamadığınızı belli etmiş olurdunuz.
Canım yanıyordu ama hiç gibi görülmemeye alışmıştım. En çok da sevilmemeye alışmıştım. Bana sevilmeyecek biri olduğumu çok güzel öğretmişlerdi. Ben kendimi sevmiyordum, nasıl sevebileceğimi de bilmiyordum.

Kırık Umutlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin