"jungkook! biricik oğlum, hadi kıyafetlerini düzeltelim ve sonra da babamızı bekleyelim olur mu?" tanıdık bir ev, tanıdık bir yüz ve yabancı duygular.
burası benim doğup büyüdüğüm bir evdi. tamı tamına 18 sene yaşayıp, her sabah gözümü açtığım bu tanıdık ev neden bu kadar yabancı hissettiriyordu?
"ama anne, babamız gitmedi mi?"
"hayır gitmedi kuzum, birazdan gelecekmiş. kıyafetlerini düzeltelim."
karşımda bir ayna vardı. o aynaya baktığımda ise çocukluğumu gördüm. yamuk dişler, saklamayı alışkanlık haline getirdiğim sol kolum, gözlerimin üstüne gelen siyah saçlar. annem ise tam yanımda duruyordu ve elinde ahşap bir tarak vardı.
"hayır! babamız gitti demiştin!" öfkeyle geri adımladım ve odama doğru koşmaya başladım. yere değen her adımda bütün dünyam sarsılıyor gibiydi. daha da kötüsü, annem peşimden geliyordu.
annemi çok severdim. suratına bakmak, burnumu boynuna yaslamak ve ona sarılmak bu dünyada bana huzur veren tek şeydi. peki şimdi, elinde ahşap bir tarakla peşimden gelirken neden ölesiye korkuyordum?
"gelme peşimden!" o bana ulaşamadan odama girmiş ve kapıyı üstüne kapatmıştım. "babamız yok! gitti!" bir göz açıp kapama süresinde odamdaki bütün eşyaların yeri boyladığını fark ettim. hiçbir şey yapmıyordum. korkuyla kapıya yaslandığımda aslında eşyaların kendi kendine yere düşmediğini görmüş ve bunu yapanın annem olduğunu anlayınca kulakları sağır edecek kadar yüksek sesli bir çığlığı basmıştım.
sonrası ise koca bir boşluktu.
beni uykumdan uyandıran şey taehyung'tu.
"kabus," dedi sakin, olabildiğince kısık tutmaya çalıştığı sesiyle. "kabus gördün, gerçek değil. ben senin yanındayım." odanın sıcaklığına rağmen inat edercesine buz gibi olan parmakları terden tel tel olmuş alnıma uzandı ve diğer eliyle de belimi tutuyordu.
"kabus olduğunu biliyorum," demekle yetindim ve hiçbir minnettarlık belirtisi göstermeden geniş yatakta ondan olabildiğince uzak olacak yere doğru kaydım. uyumaya devam etmek istiyordum.
"tekrar mı uyuyacaksın? zaten günlerdir uyuyorsun. yiyecek bir şeyler hazırladım-"
"karnım aç değil."
"aç olduğun için demiyorum, besin değeri olan bir şeyler tüketmen gerekiyor. yakında bir deri bir kem-"
"nasıl göründüğüm umurumda bile değil."
"senin için endişle-"
"taehyung," sert bir sesle sözünü kestim ve bomboş gözlerle ona baktım. "kendimi öldürmeyeceğim, tamam mı?"
artık beni rahat bıraksın istiyordum çünkü günlerdir çok tuhaf davranıyordu.
sanırım bu günlerin başlangıcı hastaneye gittiğimiz günün sabahıydı. meraktan çok endişem beni gaza getirmişti ve ben de ona koluma dikiş atan doktor hakkında birkaç soru sormuştum. evet, tanıdığı çok açıktı ama hiçbir şekilde nereden tanıdığını, yakını olup olmadığını söylememiş, geçiştirmek adına ise uyumam gerektiğini söyleyip durmuştu. ben de öyle yapmıştım. bir şeyleri eşelemeye halim olduğu söylenemezdi.
o günden beri sadece uyuyor, dikişlerime su gelmemesine özen göstererek duş alıyor ve eğer midem kabul ederse açlıktan ölmemek adına birkaç lokma yemek yiyordum. taehyung ise dediğim gibi, tuhaftı.
beni en şaşırtan şey ise evdeki bütün kesici cisimleri toplayıp çöpe atması olmuştu. banyodan başlamıştı. henüz paketinde duran, bir kere kullanılmamış jiletleri, mutfak çekmecelerinde olan bıçakları, makasları ve birinin kendine zarar vermeye çalışırken kullanmasına imkan bile vermeyeceğim şey olan metal yemek çubuklarını bile atmıştı. ayrıca bunlarla kalmamış, sahip olduğu bütün ilaçları kendi odasına götürmüştü. hatta bir ara onları tek tek sayıp adetini kutunun üstüne yazdığını görmüştüm.