twenty four

601 60 22
                                    

eğer şansım olsaydı yattığım hastane odasının kapısına gider, zihnimi ele geçirmiş bütün bu kalabalık düşünceler ve yatağımın kenarındaki tek kişilik koltukta oturup öylece izleyen taehyung'un varlığı ile birlikte ne kadar yalnız göründüğümü izlemek isterdim. bunu isterdim çünkü öznesi olduğum yalnızlık dışarıdan görülmediği sürece kabul edilebilir değildi.

dışarıdan görülmediği sürece gerçekmiş gibi gelmezdi ve yok sayabilirdim.

bu odaya alındığım neredeyse beş gün olacaktı ve dün kontrole gelen doktorlar eğer kan değerlerimde bir sorun çıkmazsa bugün taburcu olabileceğimi söylemişlerdi. sevinmem gerekiyordu, değil mi? hiçbir şey hissetmemiştim. taze olan dikişlerim ve gözümü her kapattığımda zihnimi tutsak alan, kabustan bile beter olan o görüntüler sırtıma öylesine bir yük bindirmişti ki dik duramıyor, gözlerimi açtığım her an yaşıyor olduğum gerçeğine katlanamıyor ve o gün o evden canlı çıktığım için sevinemiyordum.

çünkü, ben artık bir gelecek göremiyordum.

yatakta rahatsızca kıpırdandım ve günlerdir durmak bilmeyen yağmurun sesine kulak verdim. sanki benim yerime ağlıyormuş gibi gelmişti. sonrasında göz ucuyla taehyung'a baktım. onunla da günlerdir konuşmuyordum. benimle iletişim kurmaya ve gelen yemekleri yemem için beni ikna etmeye çalışıyordu ancak ağzımı açıp tek kelime etmiyordum. hatta gerekmedikçe onun oturduğu tarafa bile bakmıyordum. iletişim kurduğum tek kişi benimle ilgilenen hemşireydi.

taehyung'un perişan bir hali olduğu inkar edilemez bir gerçekti. bütün gün o koltukta oturuyor, geceleri ise yorgunluğuna yenik düşüp uyuyordu. benim için çabaladığını görüyordum aslında. daha önce hiç bakmadığı gibi gözlerime bakıyor ve ağzımdan çıkacak olan kelimeler için sabırsızlanıyordu. yine de bunları ona yaptıran şey vicdanıydı.

taehyung çektiği vicdan azabına yenilmişti. içten içe onu yiyordu. altında kalmıştı ve canının acısını geçirmek için elinden başka bir şey gelmiyordu. belki de.. taehyung ilk defa çaresizdi.

yaşadığı çaresizliği ve bocalamayı gözlerinde görmüştüm, saklama gereği duymuyordu. elleri bana uzandığı her an vücudunu bir panik kaplıyor, sanki bedenim incecik bir camdan yapılma heykelmişçesine bana zarar vermekten korkur gibi yaklaşıyordu.

taehyung belki de ilk defa canımı yakmaktan bu kadar korkuyordu ama geç kalmıştı.

dikkatim kapının tıklanmasıyla dağıldı. televizyonun çaprazdaki saate baktığımda pansuman saatinin geldiğini anlamıştım.

"günaydın," dedi hyejung ve elindeki pansuman malzemelerini yatağa bırakıp yanıma yaklaştı. "bugün nasılsın bakalım?" ona karşılık olarak samimi olduğuna inandığım küçük bir gülümseme sundum ve işini kolaylaştırması adına tişörtümü göğsüme doğru sıyırdım.

hyejung sabırlı bir insandı. ilk günler kimseyi görmek ve kimseyle konuşmak istemediğim için herhangi birinden gelecek yardımı şiddetle reddetmiş ve dikişlerimin zorlanıp kanamasıyla sonuçlanacak hareketler yapmıştım. damaryoluma serum takmasına bile izin vermemiş, sadece beni yalnız bırakmasını istediğimi söyleyip durmuştum.

o gün gerçekten de aklımı kaybedecek gibiydim.

uyandığım ilk an karşımda taehyung duruyordu ve onun gözlerine baktığım an ucu bucağı görünmeyen bir pişmanlık karşılamıştı beni. ne öfke, ne de nefret. taehyung deli gibi pişmandı ancak bu beni tahmin edemeyeceğim kadar öfkelendirmişti.

yaşadığım için öfkeliydim, canım acıdığı için öfkeliydim ve en kötüsü de korktuğum için öfkeliydim. bunu sindirmek ne kadar uzun sürse de taehyung'tan korktuğum gerçeğini kabul etmem gerekiyordu. bana zarar verebileceğinden ya da onun yüzünden başıma bir şey geleceğinden korkuyordum. onu karşımda gördüğüm an içimde birikmiş olan bütün duyguları kusmuştum. şaşkınlığını hatırlıyordum. gözlerinin beyazı kırmızı damarlarla lekelenmişti ve günlerdir uyumadığını o an anlamıştım. yine de umurumda değildi. ölümden dönmüşken yanımda onu görmek bana kendimi savunmasız hissettirmişti.

in my feelingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin