hastaneden çıkışımız, güvenliğimizden emin olmak isteyen polislerin bizim için bulduğu bir eve yerleşmemiz ve bizi en azından birkaç ay idare edecek kadar eşyayı buraya getirmemizin üzerinden iki gün geçmişti ve ben tek başıma kaldığım şu kısa sürede olanları yeni yeni sindiriyordum.
bu sindirme sürecine girebilmemi sağlayan şey içinde olduğumu durumu inkar etmek ya da ondan kaçmaktansa kabul etmemdi. her şeyden habersiz taehyung'a aşık olmuş, kendimi ne olduğunu anlamadan onun evinde, hatta onun bütün çabalarına rağmen hayatının tam da merkezinde bulmuştum.
taehyung'un bunu istemediğini biliyordum ve o zamanlar bencil bir tavırla bunun ne kadar berbat bir his olduğundan yakınıyordum. sonuçta onu seviyordum ve içgüdüsel olarak yanında bulunmak istemiştim. sinyalleri görememiştim. belki de en başından bu işe hiç bulaşmasaydım bu halde olmazdım. hayatım ne durumda olurdu bilmiyordum ancak dikişlerim acımasın diye günlerdir sırt üstü yatmak durumunda kalmayacağımdan emindim.
yine de dediğim gibi, kabullenmiştim. bazı şeyler.. oluyordu. olması gerekiyorsa oluyordu ve buna engel olmak imkansızdı.
iki gündür bu küçük evin içinde sıkışıp kalmıştım. geniş salonu, yatak odası ve küçük bir mutfağı vardı. taehyung her ne kadar odayı benim kullanmamı istese de salonda daha rahat edebileceğimi bildiğimden bunu kabul etmemiş ve bulunan tek koltuğa yerleşmiştim. rahatsız değildi. eğer üzerinde yattığım şey kocaman ve rahat bir yatak olsaydı bile sırtımı çivili bir zemine yaslıyormuşum gibi hissederdim.
taehyung polise ifade vermek ve markete uğrayıp evin eksiklerini gidermek için dışarıya çıkıyordu. ben de, her ne kadar evde durmaktan sıkılsam bile, onunla gitmiyor, yattığım yerde onun eve gelmesini bekliyordum. iletişimimiz hala zayıftı. sabahları basit bir günaydın, ardından kahvaltı edip ilaçlarımı almam konusunda küçük ısrarlar, dışarıya çıkarken görüşürüz, dönerken ise bir şeye ihtiyacın var mı gibi küçük mesajlardan ibaretti.
bu beni mutsuz etmiyordu. daha da ötesi, tek başıma kalıp düşünme fırsatı bulduğum için memnun hissettiğimi söyleyebilirdim.
bu düşünme süresi boyunca ona karşı hala bir şeyler hissettiğimi ve içimdeki umudun biraz da olsa canlı olduğunu fark etmiştim. nasıl mümkündü pek emin değildim ancak vücudum onun dokunuşlarına tepki vermeye devam ediyordu. ben hala onun bakışları ardında bir anlam arıyordum ve daha da fenası, o anlamın gerçek olmasını istiyordum. içten içe mantığım bütün her şeyi bırakıp kaçmam için beni ikna etmeye çalışırken diğer yandan kalbim herkesin ikinci bir şansı ikna ettiğini söylüyordu.
şans vermem gereken kişi kendim miydim yoksa taehyung muydu?
onun hastaneden çıktığımızdan beri ne kadar değiştiğini gördüğümde belki de bu sese kulak vermem gerektiğini düşünmüştüm. bakışlarında sonunu göremediğim bir kırgınlık yatıyordu. bana bakarken, dokunurken ya da en basitinden iyi geceler derken bile bir çekincesi vardı. bunu suçlu hissettiği için yaptığını biliyordum ancak daha fazlası olabilir miydi? bir gelecek göremiyordum.
yastığımın yanında duran telefonum gelen mesaj sesiyle titrediğinde saatin çoktan akşam olduğunu anlamıştım. mesaj taehyung'tandı. karakolda işinin bittiğini, yolda olduğunu ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. basitçe gerek olmadığını söyleyip uzanmaya devam ettim.
bu eve geldiğimizden beri uyku sorunlarının yanında bir de yemek yiyememe sorunu çekiyordum. yaşadığım bütün bu stres mideme vurmuştu ve ağzıma koyduğum her bir lokma içeride durmamak için ayrı bir çaba sarf ediyordu. midem bulanıyordu ve sonrasında dikişlerime bir zarar gelecek korkusundan kusmamaya çalışıyordum ancak nafileydi. günün sonunda kendimi klozetin başında, taehyung'u ise yanımda, saçlarımı tutarken buluyordum.