5-

5K 355 98
                                    

04.01.23

Barın Boğabey

Atalarımız çok güzel demiş; sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer diye. Genelde hatalarımı asla tekrar etmem, darbe aldığım yeri bir daha hiç savunmasız bırakmam. Ama kediyi öldüren de meraktır işte, beni öldürmesine izin vermiştim.

Mütevazi olmaya gerek yok, küçükken ne kadar tatlı bir çocuk olduğumu biliyorum. Yurda gelen her ailenin bana içi giderek bakması hariç her şeyi unutmuştum. Boğabey ailesi beni aldığında ne kadar çok sevdiklerini hatırlıyorum, bana cennetten gönderilmişim gibi davranırlardı. Hatta kadın hamile olduğunu öğrendiği ilk an benim için sen bizim şansımızsın demişti,  adam da beni yere göğe sığdıramayacak kadar çok sevmişti. Ama ilk patlak kadının hamileliğinin son aylarında kendin göstermişti, düşüp kafamı televizyon ünitesinin kenarına vurmuştum, anne saydığım kadın zor hamilelik geçiriyor diye yaramı saklamaya çalışmıştım, ama o kadar çok kanamıştı ki en sonunda fark etmişti. Sekiz santim açılan derime hastanede dikiş atarlarken adam hastanede kinle beklemişti ve sürekli evde çocuğum ve karım beklerken elin yetimini bekliyorum gibi konuşurdu. Yediğim, içtiğim de gözlerine çok batmaya başlamıştı. Çocuk doğduğu anda beni kapıdan dışarı atmışlardı ki ben evin kedisi ya da köpeği değildim, çocuktum.

Ondan sonra korktum. Yurda döndüğümde tekrar evlat edinilmekten çok korkmuştum, aynı şeyleri yaşamaktan öylesine tırsmıştım ki yurdun olduğu yakadan bile uzaklaşmıştım. Sonunda yaşadığım o mahalleyi bulduğumda kötü insanlardan çok, polislerden kaçıyordum.

Yine de sadece bir söz, beni o yetimhaneye geri getirmiş, hakkımdakileri öğrenmeye çalışmamı sağlamıştı. Değişen müdür, beni gördüğünde tanımamıştı ama gerekli bilgileri söylemem yetmişti. Sırf Bulut seni yurda gelen birileri sordu dedi diyeydi onca çabam, yoksa uğramazdım bile. Müdürün bana verdiği her bilgiyse gidip bankaya yatırdığım o paraların her kuruşunu geri çekmeme, varlığını bile unuttuğum sifona sakladığım o paraları almama neden olmuştu.

Şimdi de buradayım, İstanbul'un en lüks otelinde kalan ağaların ağasının oğlunun yanında. Resepsiyondaki adam, beni gördüğü gibi otelimizde dilenmek yasaktır dese de ismi söylediğimde kaşlarını çatarak odayı aramıştı. Tamam, yüzüm yamuk ama dilenciye de benzemiyorumdur oğlum.

"Barın." İsmimin seslenmesiyle resepsiyondaki adam ve ben aynı anda oraya döndük, Tanay hızlı adımlarla buraya geliyor. Yanımda durduğunda elimdeki poşeti ona uzattım. "Bu ne?"

"Verdiklerin." Kaşlarını daha da çatıp kendini tek kaş yaptı. Başımı eğip boğazımı temizledim. "Paranı istemiyorum, ben dilenci değilim. Lokantamıza geldin diye hizmet ettim o kadar, çalışana çalıştığının hakkı verilir, fazlası değil."

"Barın konuşabilir miyiz?" derken poşeti indirtti ve omzumdan tuttu. "Odama çıkıp konuşalım, ne dersin?"

"Odanda olmaz." İç çektiğinde boğazımı temizledim. "Kapalı alan korkum var, özellikle bir yabancının odasında duramam."

"Ha öyle!.." Ona baktığımda ensesini kaşıdığını gördüm, resepsiyona bakıyordu. "Kış bahçesi kafenizin bize ayrılmasını istiyorum, ödemesini orada yapacağım."

Şaşkın resepsiyon görevlisi bir bana bir de Tanay'a bakmaktan cevap veremese de Tanay'ın boğazını temizleme sesiyle kendine geldi; "Elbette efendim, siz direkt oraya gidebilirsiniz."

Tanay elini omzuma attığında onun yönlendirmesine izin verdim ve beraber otelin koridorunda yürüdük. Elimdeki poşeti istemsizce sıktığımı fark etmek daha da yaraladı. Beni aramak için yurda gelen Tanay değilmiş, ama onun kardeşiymiş ve ellerini oradan hiç çekmemişler. Neden arıyorlardı ki? Gerçekten ailem miydiler?

Barın -Erkek Versiyon-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin