39-

848 87 40
                                    

03:30
‎7-8.‎04.2024
Barın Karaoğlu

Umut çoğu zaman güzel, insanı geleceğe taşıyan bir eylemdir; öyle değil mi? Umutsuz insan ya nötr ya da depresif karaktere sahiptir. Ben genelde hayalperest olsam da nötr yaşamı tercih ediyordum, yani eskiden. Artık eski hayatımdan bir şeyler kalmadı gibi...

Bulut'un umuduysa hem kendini hem de çevresindekileri de güzelleştiriyor; çocuk güneş gibi, iyi gelmediği kimse yok. Hasta yatağında bile hem bizim hem hemşirelerin hem de Matin'in yüzünü güldürüyordu. Matin zararı Bulut'a verse de ona iyi davranan sadece Bulut, hiçbirimiz yakın olamıyoruz. Arada Tanay abim tam ısınacak gibi oluyor, sonra bir anda eski davranışlarına devam ediyor. Bence o da nasıl davranacağını bilmiyor. O dosyada Matin hakkında bilgiler vardı, Tanay onları hatırlarken aniden onun yaptığı piçlikler de aklını sarıyor ve nasıl davranacağını kestiremiyor.

Ameliyatlarının üzerinden dört hafta geçti, ikisi de ayaklanmış olsa bile Matin'in toparlaması, Bulut'tan daha çabuktu. İlk zamanlar farklı odalarda olmak için ısrar etse de sonunda pes etmiş, aynı odada kalmayı kabul etmişti. Onunla ilgilenmemize müsaade etmeden her şeyini kendi yapıyordu ve bu duruma doktorları da biz de karşı çıkıyorduk. Kendine dikkat etmiyor.

Diğer tarafta Musa abilerin de durumu vardı; Vahap ve Halil İbrahim ağalar tutuklandı, babam hâlâ kayıpta. Onlara yardım eden birçok kişi de tutuklanmış, hapishaneye sevk edilmişti. Babamın nerede olduğu ise hâlâ kesin değil. Musa abi de kayıplarda. Bir gün Bulut uyurken Matin çekinerek dosyadan haberim olup olmadığımı sormuştu, okumadığımı söylediğim an biraz daha rahatlamıştı.

"Doydun mu?" diye sorarken boş tepsiyi üzerine koyduğum tepsiyi uzaklaştırdım. Bulut kabul ederken neredeyse uyuyacak gibiydi. Tam yatmasına izin verip üzerini örttüm. "Hadi biraz uyu abim."

Başını sallayarak kabul etse de çoktan uyuyormuş gibiydi. Saçlarını geriye yatırıp ateşine baktım, olmadığını anlamam içimi rahatlattı. Matin'e döndüğümde yarasından tutarak ayaklandığını gördüm.

"Dur dur. Çok ayaklanma," diye yanına ilerledim. Hem başına aldığı darbe hem de organ bağışı vücudunu sarsıyor da anlatamıyoruz benden büyük yeğenime. Olaya bak lan. Haberlerde ya da iş arkadaşlarımın çevresinde duyardım; 'yeğenim benden büyük' falan gibisinden, hiç anlayamazdım. Hep 'nasıl lan' diye kafamda hesap sorardım. Meğer böyle oluyormuş.

"Sorun yok, hallettim." Hallettim dediği acı çekmesi mi? Cevabını umursamadan yanına gidip tepsisini almaya çalıştım, daha sıkı tuttu. "Gerçekten sorun yok, ben hallederim. O kadar da ölmedim."

"Lan oğlum mutfağa gideceğim zaten, bırak götüreyim." İnatla tepsiyi kendime çekmek istesem de yaralarından korktuğum için ani hareketler yapmıyorum. "Matin."

"Yürümem gerek zaten, biliyorsun. Hem ben bu kadar yatmaya alışık değilim, sevmiyorum." Çocuğun -benden neredeyse iki yaş büyük yeğenimin- gözlerine bakmaya çalışsam da inatla yüzünü çevirmesi pes etmeme neden oldu.

Kalkmasına yardım edip ayakta durabiliyor mu diye baktım, hafiften yana çekse de duruyor ya. Bulut'un tepsisini de ben aldım. Beraber odadan çıktık. Mutfak koridorun sonundaydı ve bu koca bebek devrilirs hastaneyi birbirine katarım. Niye yürürken böyle kara kara bakıyor bu mal? Ne düşünüyor ki?

"Ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda bir anlık tedirgin olsa da çabuk topladı.

"Öyle. Geçmişi, geleceği ve yaptıklarımı... Ben... Tekrar özür dilerim." Aynı odada olduğumuzdan beri her fırsatta özür dilemesi çok can sıkıcı. Tamam amına koyayım! Pişmansın, anladık. Yapmak zorundaydın, yaptın. E yaptıklarını telafi etmeye de çalışıyorsun, ne bu sürekli özür dilemeler?

Barın -Erkek Versiyon-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin