Bir türlü açılmak bilmeyen trafiğe sesli olarak küfür eden İsmail bile Armağan'ın son sözleriyle paniklemiş ve buz gibi olmuştu.
Direksiyona öfkeyle vururken boğazına oturan düğümü yutkunarak gidermeye çalışsa da başarılı olamadı. Arabanın arka koltuğunda hayatında gördüğü en dik başlı, aynı zamanda düşünceli, temiz kalpli kadınlardan biri son nefesini veriyordu.
O, gidiyordu da onu yaralı haliyle bile kendine getirmeye, güç vermeye çalışan adam kalıyordu. Ertuğrul acıların en büyüğünün içine gömülüp gittikçe dibe battığını hissetti.
''Arabayı durdur.'' Demesiyle İsmail aniden frene bastı ve aracı durdurup dikiz aynasından Ertuğrul'a baktı.
Ertuğrul'un kapıya hamle ettiğini görüp, ondan önce davranarak araçtan aşağı indikten sonra kapıyı açtı. Yüzü, vücudu, kana bulanmış küçük bedeni kollarına almadan önce yana düşen başını tuttu ve yüzüne yapışan kanlı sarı saçları geriye attı.
Kızın bedenini kucakladıktan sonra, son kalan gücüyle yarasını, fiziksel acısını yok sayıp araçların arasından kucağında Armağan'la yürümeye başladı. İsmail, yaralı olduğunu Armağan'ı kendisine vermesini söylese de Ertuğrul durmadan, en hızlı haliyle araçların arasından, şaşkın ve acıyan bakışları yok sayarak ilerledi.
''Sakın gitme, sakın beni bırakma. Gitme. Sen, 'gitme' dediğinde ben söz dinleyip gitmedim. Şimdi sen de benim sözümü dinle. Gitme.''
Hastaneye varana kadar, 'gitme' dışında tek kelime dâhi etmemişti. Araçlarıyla hastaneye bir hayli yaklaştıkları için yayan olarak varmaları on dakika sürerken, acil kapısından koşarak giren İsmail sedye isteyince nöbetteki bütün çalışanlar onlara doğru yöneldi.
Kapıdan kanlar içerisinde giren kişilere şaşkınlıkla bakan görevliler, Ertuğrul'u anında tanımıştı. Nöbetçi Doktor, Ertuğrul'un koluna dokunup, yanında duran sedyeye Armağan'ı yatırmasını isteyince Ertuğrul bir ona, bir de Armağan'a baktı. Onu bırakmak istemiyordu, sanki bıraksa bir daha tutamayacak gibi hissediyor, deli gibi korkuyordu.
''Bırakamam!'' yaşadığı korku ve şokla söylediği sözleri duyan doktorlar onu sakinleştirmeye çalışırlarken acil servisten içeri giren Alparslan'ın sesi duyuldu.
''Oğlum, hadi bırak aslanım. Bırak ki Armağan'ın yarasına baksınlar.''
Ertuğrul, korkak, ürkek ve şaşkın bakışlarını abisine çevirdiğinde Alparslan'ın resmen içi acımıştı.
Daha önce kardeşini böyle görmeyen, hatta bu hale gelebileceğini hayal bile edemeyen bir abi için de yaşananlar hiç kolay değildi. Gözleri hızla kardeşi ve kucağında sıkı sıkı tuttuğu Armağan'ın üstünde gezindi.
Kendisine laf sokan, şen kahkahalarıyla evlerini eskisi gibi sıcacık yapan kızın bu hâli, aklını oynatmasına sebep olacak cinstendi ancak sakin olması gerektiğini biliyordu.
''Hadi aslanım, hadi abim... Armağan'ı bırak, doktorlar ona hemen müdahale etsin. Çok kan kaybediyor. Hadi Ertuğrul!'' diye fısıldarken gözleri kardeşinin sırtından süzülen kana takıldı. Ertuğrul ise onun sakin ve ikna edici sesiyle başını sallayıp, kucağında duran küçük bedeni yavaşça sedyeye bırakıp geri çekilmeden önce alnındaki yara izine dudaklarını bastırdı.
''Sakın gitme güzelim, sakın beni bırakma Armağan!''
Sedye, önünden hızla ilerleyip başka bir odaya taşınırken orada öylece durdu ve arkasından yaşlı gözlerle baktı. Kendi bedenini sıyırıp geçen ancak bir hayli kan kaybetmesine neden olan yara artık bilincini de zorluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSANE - Yalın Serisi I
General FictionHayatı, işleri ve kendisi böylesine karmaşık bir adamdan kaçması gerekirken, Armağan tam tersini yapıp adama koşuyordu. Ateşe koşuyordu. Onu yakıp kül edecek ateşe. Ama ateşe de razıydı, yanıp kül olmaya da. Gönüllüydü bu sefer, bütün yaşayacakların...