Armağan, hayatında ilk kez tepki veremeyecek kadar şoka girmiş, karşısındaki boş sandalyeye bakıyordu. Az önce Ender'in oturduğu sandalyenin boş olmasının tek sebebiyse Ertuğrul'du.
Yaşadığı şaşkınlıktan kurtulmayı başarıp, Ender'in boğazına yapıştığı gibi onu yere sermiş ve yüzüne yumruklarını indirmeye başlamıştı.
"Ne dedin lan sen! Şerefsiz!"
Göz bebekleri zift gibi kapkara olmuş, sesi her zamankinden daha soğuk ve acımasız çıkıyordu. Ender, aniden gelen darbelerin şaşkınlığıyla neye uğradığını bilemez hâlde yere serilmiş, kapının önündeki adamlarıysa çoktan Ertuğrul'un adamlarına saldırmıştı. Mekânın önü de içi gibi cehenneme döndüğü sırada
''Yeter!'' diye bağıran Armağan'ın kendinden emin sesi ve masaya indirdiği darbe herkesi durdurdu.
''Yeter Ertuğrul! Ver şunu köpeklerine de suratını toplasınlar!''
Ertuğrul, Ender'in üstünden kalkıp, tedirgin ve ne yapacağını bilemez hâlde Armağan'a döndü.
Genç kız, gözlerini boğaz manzarasına çevirmiş, denizin üstüne düşen ay ışığının oluşturduğu yakamozu seyrediyordu. Ertuğrul, az önce Ender'in oturduğu sandalyeyi çekip karşısına geçti ve sessizce onun konuşmasını bekledi.
Dışarıda süren arbedenin sesleri meyhanenin içine ulaşmaya devam ederken, dakikalar akıp gitmiş ancak Armağan hiç konuşmamıştı.
''Eminim ki, sormak istediğin birçok soru var. Dakikalardır yüzüme bakıp beni anlamaya çalışmak yerine, neden onları sormuyorsun? Emin ol, böylesi daha kolay olur.''
Ertuğrul, donuk ve gayet anlaşılır bir dille söylenen bu cümlelerle silkinip kendine gelmeye çalıştı.
''Doğru! Sana sormak istediğim çok soru var ama... Sen cevaplamak istemedikten sonra onları sormamın bir anlamı yok.'' Dediği anda gözleri birbirini buldu ve düşüncelerini anlamaya, ölçüp tartmaya başladılar.
''O zaman ben, hem soruları sorayım hem de cevapları vereyim.'' Dediysede bir süre sessizleşip, düşüncelere daldı.
Sanki söze nereden başlaması gerektiğini düşünür gibi bir hali vardı ve onun bu hali Ertuğrul'un canını yakıyordu. Armağan, karşısında oturan adamın neler hissettiğinden çok uzak, kendi iç dünyasındaki savaşı kazanmaya çalışırken, Ertuğrul'un hüzün ve öfkeyi barındıran bakışlarından bir haberdi.
''Eminim ki ilk sorun, 'neden sessiz kalıyorsun' olacaktır.''
Ertuğrul, başını hafifçe sallarken Armağan, onun kasılıp kalan çenesini ve sert mimiklerini ilk kez fark etti. Gördüğü şey öfke değildi. Acıma, kınama yada benzeri duygularda değildi. Onun ifadesinden bir şeyler çıkarmaya çalışırken
''Neden? Bunu kendine neden yapıyorsun Armağan? Güçlüsün, zekisin, tanınmış birisin, varlıklısın. Senin gibi yaşanmışlığı olan milyonlarca kadına yol gösterebileceğin hâlde, neden kaçıyor, saklanıyor ve bunu tek başına omuzlamaya devam ediyorsun. İstesen, o adamı tek sözünle mahvedersin. Bunu, seni şu kısacık zamanda tanıyan ben bile biliyorum.''
Armağan, yavaşça arkasına yaslanırken önünde duran kadehteki rakıdan koca bir yudum aldı.
''Ablam... O bunu nasıl kaldıracak? Onun hiçbir şeyden haberi yok, deli divane âşık. Mutlu... Yani mutlu bir evliliği var sanıyor. Ben ona bunları anlattığımda bana inanır mı sanıyorsun?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSANE - Yalın Serisi I
Ficción GeneralHayatı, işleri ve kendisi böylesine karmaşık bir adamdan kaçması gerekirken, Armağan tam tersini yapıp adama koşuyordu. Ateşe koşuyordu. Onu yakıp kül edecek ateşe. Ama ateşe de razıydı, yanıp kül olmaya da. Gönüllüydü bu sefer, bütün yaşayacakların...