11. Bölüm

225 19 9
                                    

Erkin Koray - Aşk Oyunu

"Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı,
Ayaklarımız uyardı,
Ben gene sana vurgunum."

Sabahattin Ali


O gün kendime öyle sinirlenmiştim ki, elimde olsa oturur kendi saçlarımı kendim yolardım. Nitekim Selma'nın evinin iki sokak ilerisinde bulunan lacivert binanın duvarına yaslanıp ağlarken de bunu yapmamak için kendimi zor tutmuştum. Ne bekliyordum ki? Ben ona bir daha karşılaşmayalım dedikten sonra oturup beni bekleyeceğini falan mı düşünmüştüm?

Ellerimle yüzüme yelpaze yaparak gözyaşlarımı dindirmeye çalışsam da fayda vermiyordu. Ağladıkça kendi aptallığıma sinirleniyor, sinirlendikçe daha çok ağlıyordum. Ben ona aşık oldum diye, onun da bana aşık olması şart değildi. Velev ki aşık olmuş olsun. Ben ona kendi ağzımla bir daha karşılaşmayalım demiştim. Ben böyle söyledikten sonra elbette o da yoluna bakmayı tercih etmişti.

"Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?" dedim, kendi kendime. Sesim ağladığım için boğuk çıkıyordu. "Aptal Melda." Aklımda Nazım Hikmet'in şiiri dolanıyordu. Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi. Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

"Melda Hanım?" Duyduğum ses gözlerimi sıkıca kapatmama sebep oldu. "Melda." dedi aynı ses, bu sefer daha yakından. Ahmet Mahir'in sesiydi. Peşimden gelmişti. Bezgin bir nefes vererek gözlerimi açtım. Gözlerimi açmamla Ahmet Mahir'in kahverengi gözlerini görmem bir oldu. "Efendim?" dedim, sesimin normal çıkmasına çaba göstererek. Fakat ağladığım ayan beyan ortadaydı. Boşuna uğraşıyordum.

"Seni ağlarken görünce," dedi, gözleri yüzümde endişeyle gezinirken. "Merak ettim."

Hiçbir şey söylemeden öylece gözlerine baktım. O da bir süre hiçbir şey söylemedi. Ardından, "Benim yüzümden mi ağlıyorsun?" diye sordu. Hayır diye geçiştirmeyi çok istedim. Arkamı dönüp gitmeyi, aramızda geçen her şeyi farkında olmadan ince ince işlediğim gönlümdeki o defteri kapatıp yoluma bakmayı çok istedim. Fakat yapamadım. "Ne önemi var?" dedim, kırgın olduğu gayet belli sesimle. "Neden merak ediyorsun neden ağladığımı?"

"Benim yüzümden ağlıyorsun." dedi. Aptallığıma ağlıyordum.

Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı silerek yaslandığım duvardan ayrıldım. "Neden ağladığımın bir önemi yok." dedim, belli belirsiz bir sesle. Yanından geçip birkaç adım ilerledim. Fakat çok ilerleyemeden bileğimi tutarak beni durdurdu. "Önemi var." dedi, ısrarcı bir sesle. Öfkeli bir nefes aldım. Tekrar gitmek için hamle yaptım. Bu sefer bileğimi bırakmak şöyle dursun, diğer elimi de yakaladı ve beni kendisine çevirdi. "Lütfen Melda." dedi, kendisine çevrilen öfkeli gözlerimle karşılaşınca. "Konuşalım. Böyle gitme."

"Ne istiyorsun Ahmet Mahir?" dedim. Bu ona yalnız ismiyle hitap ettiğim ilk andı. Kendimi garip hissetsem de umursamadım. "Ne anlatayım istiyorsun?" Ellerim hâlâ avuçlarındaydı. Tenimin alev alev yandığını hissediyordum. "Neden peşimden geliyorsun?" Sesimin tınısını ayarlayamıyordum. "O kadar insan içinde neden dikkatini çekiyor benim ağlamam?"

Ani çıkışım bir an afallamasına sebep olsa da toparlaması uzun sürmedi. Tam ağzını açıp cevap verecekken ben tekrar araya girdim. "Neden senin yüzünden ağladığımı düşünüyorsun hem?"

"Az önce bana nasıl baktığını görsen, sen de öyle düşünürdün." dedi, sorularımdan fırsat bulduğu ilk anda. "Neden öyle bakıyordum acaba?" diye sordum, imayla. Tam o sırada arkamızdan Erkan'ın sesi duyuldu. "Ahmet Mahir!"

MünfailHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin