13. Bölüm

70 4 0
                                    

Mutluluk elle tutulur, gözle görülür bir şey mi diye sorsalar, bugün hayır derim. Fakat o zaman, kesinlikle aksini düşünüyordum. 1987 yılının baharı bile daha renkli, daha neşeliyken; mutluluğu beş duyu organımla iliklerime kadar hissediyorken nasıl aksini savunabilirdim ki?

Açık olan pencereden esen ılık rüzgar saçlarımı savururken yüzüme yerleşen tebessüm, mutluluğun gözle görülür haliydi. "Çok kalacak mıyız?" dedim, başımı sola doğru çevirerek. Esasen ne kadar kalacağımız çok da umurumda değildi. Uzayıp giden sessizliği bozmak istemiştim. Ahmet Mahir başını bana doğru çevirdi. "Konferanstan sonra hemen üst kattaki yemeğe de katılmam gerekiyor benim. Ama sen istemezsen konferanstan sonra seni eve bırakabilirim."

"Fark etmez." dedim, başımı koltuğa yaslarken. Başını onaylarca salladı. Ardından tekrar bana döndü. "Gerçekten fark etmez mi? Yoksa bana uymak için mi böyle söylüyorsun?"

Dudaklarım bilmiyorum dercesine büzüldü. "Sıkılacağımı düşünmüyorum. Zaten senin yanında sıkılmam, o ayrı mesele." Kaşlarının havaya kalkışına tebessüm ettim. "Kalabalık ortamlarda bile bir şekilde yanıma sokulup beni güldürdüğün için sıkılmama mahal vereceğini sanmıyorum." Bu söylediğime güldü. Ben de güldüm. "Biraz da merak ediyorum. Anladığım kadarıyla bu akşam göreceğim insanlar burjuva sınıfından." Tepkisini görebilmek için yüzüne baktım. Gözlerini yoldan çekmeden başını hafifçe salladı. "Biraz tedirginim tabii ama, merakım daha ağır basıyor."

"Tedirgin olacak da, merak edecek de pek bir şey yok aslında." dedi, direksiyonu sağa kırarken. "Fakat seni tanıştırmak istediğim insanlar olacak yemekte. Bu sebeple gelmeni çok istiyorum."

"Yaa?" dedim, başımı yasladığım yerden kaldırarak. "Kiminle tanışacağım?"

"Gidince görürsün." dedi, sinir bozucu bir gülümsemeyle. Kaşlarımı çattım. Bu esnada araba büyük bir binanın önünde durdu. Binanın içerisinden çıkan genç bir görevlinin bize doğru yaklaştığını fark ettim. "Hoş geldiniz efendim." dedi görevli, biz arabadan inerken. "Hoş bulduk." dedi Ahmet Mahir, anahtarı gence uzatarak.

Binaya doğru ilerleyeceğimiz sırada karşıdan bize doğru yaklaşan Erdem'i fark ettim. Yüzünde neşeli bir gülümseme vardı. "Sonunda teşrif ettiniz." dedi, ikimize de tek tek sarılırken. "Geç kaldık biraz ama ziyanı yok." dedi Ahmet Mahir, kolundaki saate göz atarak.

"Konferans başlayacak birazdan." dedi Erdem, ardından hep beraber merdivenlere yöneldik. İhtişamlı binaya girdiğimizde buranın yalnızca konferans maksadıyla kullanılmadığını elbette anlamıştım. Her şey fazlasıyla ihtişamlı görünüyordu. Ben ilgili gözlerle etrafı izlerken Erdem ve Ahmet Mahir kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Konferansın başlamasına dakikalar kala arka sıralarda bulunan koltuklarımıza yerleştiğimizde, arlarındaki konuşma hâlâ son bulmamıştı.

"İti an, çomağı hazırla." dediğini işittim Erdem'in. Elimde olmadan kulak misafiri oluyordum konuşulanlara. Kimden bahsettiklerini anlamak için etrafıma bakındım. "Ulan şu herifteki paranın onda biri bende olsa, şimdiye milyoner olmuştum." dedi bu kez Erdem. Ahmet Mahir bir cevap vermedi. Arkasına yaslanmış, öylece Erdem'i dinliyordu. Fakat yüz ifadesinden Erdem'in sözlerine hak verdiği anlaşılıyordu. "Şeytan tüyü var oğlum bunda. Ben sana söylüyorum. İleride siyasete falan da burnunu sokacak. Bak görürsün."

Konuşulanlara her ne kadar anlam veremesem de, kimden bahsettiklerini anlamıştım. Konferansın giriş konuşmasını yapan, uzun boylu, şık giyimli adamdan bahsediyorlardı. Birkaç dakika sonra sahnedeki adam mikrofonu asıl konuşmacı olan orta yaşlı adama uzattı ve merdivenlerden inerek gözden kayboldu. "Kimdi o bahsettiğiniz adam?" dedim kısık bir sesle Ahmet Mahir'e yaklaşarak. "Babamın eski patronunun oğlu." dedi o da, aynı benim gibi kısık çıkan bir sesle. O saniyeden sonra konferans bitene kadar daha konuşmadık.

MünfailHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin