13

299 35 2
                                    

hwang hyunjin soğuk soğuk terliyordu.

karşısındaki adama bakarken titirememek için zor durdu. hayatı son bir haftadır çok daha kötüydü, bu kötülük artık katlanılamaz bir hâle gelmişti. elindeki silahı kafasına dayamamak için zor duruyordu bazen, oysa onu durduracak tek bir sebebi yoktu.

elleri kafasına giderken silahın soğukluğu cildini yaktı. "dayanamıyorum," dedi kendi kendine. duyacak biri yoktu ki, odadaki adam ölüden farksızdı çünkü. "dayanamıyorum artık."

gözlerinin dolduğunu hissetti. ağlamak gibi bir amacı, isteği yoktu. kendini o kadar sıkıyordu ki, gözleri kendiliğinden dolmuş hatta kızarmıştı. sertçe yutkunduğunda nefesleri sıklaştı. "annem böyle yatarken ona sarı bir lale vermiştin," birkaç adım attı ve kapalı gözlerine baktı. "orada ben de vardım, her zaman vardım."

az önce kalktığı sandalyeye tekrar oturdu. her gün buraya gelir, öylece babasını izlerdi. katlanamadığı çok zaman olurdu ama günün sonunda gideceği bir yeri olurdu. artık oraya da gitmek istemiyordu. kendini her burada bulduğunda, ait olduğu yer buradıymış gibi sürekli buraya dönmesi sinirini bozardı. "sarı lale..." diye mırıldandı. "onunla o kadar çok bağdaştırıyorum ki, artık sarı laler bana umutsuzluklarımı hatırlatmıyor."

silaha bakıp alayla güldü. "gittiğimde tüm o tuvalleri çöpe atacağım." bunu gerçekten kafasına koymuştu ama tek bir eksik vardı, iyileşmiyordu. bir daha asla sarı lale çizmeyecek ve olanların hepsini çöpe atacak durumda olduğunda iyileşmiş olacaktı. şimdi kendini daha berbat hissediyordu. içindeki kederi atamıyordu. acı artık her hücresindeydi.

"saat 23.20," dedi. "23.23 ölmek için güzel bir saat olur." kafasını kaldırıp fişe baktı. onu çekmesi, öldürmek için yeterliydi ama bunu bile yapamazdı. "diğer vasiyetlerine ömrüm yetmeyecek." fark ettiği gerçeklikle duraksadı. kaşları yavaşça çatıldığında o gece ilk defa doğru düzgün düşündü. "neden seni öldürmemi istedikten sonra yazmaya devam ettin?" cevap bulacakmış gibi yüzünü taradı. "seni öldüremeyeceğimi mi düşünüyorsun yoksa sonradan pişman mı oldum?"

kırışık dolu yüzüne baktı. saçları beyazlamıştı. uzun kirpiklerinin bile havası yoktu artık. o kadar zayıflamıştı ki, gülmeden edemedi. karma gerçekti ve her zaman yolunu buluyordu. "son iki dakika," saatinin ekranına baktı. "çok garip, senden kurtuluyorum ama bu bir son değil, değil mi?" derin bir nefes bıraktı. "bu beni heyecanlandırmıyor."

ayağa kalktı. "son bir dakika." etrafta dolaşmaya başladı. "alnından mı, kalbinden mi... bunları yazmayı unutmuşsun." histerik bir şekilde güldü. delirmiş gibi hissediyordu. bu oda onu değiştiriyordu ve buna engel olamıyordu, odanın atmosferine yenilmek o kadar kolaydı ki.

"o sarı laleyi verdiğinde annemin kalbini kırmıştın," dedi sonunda diğer tarafına geçerek. "seni de kalbinden vuracağım çünkü annem de sana olan aşkı yüzünden öldü ve sen onu paramparça ettin." saati kaldırdı. sadece yarım saniyesi kalmıştı. silahını ayarlayıp bileğini kaldırdı. son yirmi saniye... açıyı ayarladı. son beş saniye... silahı sıkıca tuttu ve beşten geriye saymaya başladı.

"beş, dört, üç, iki, bir..."

ve koca sessizliğin içine bir mermi sesi patladı. kan sadece birkaç saniyede kendini belli etti. makineler ötmeye başladı. tam noktasına nişan almıştı. hissizce karşısındaki manzarayı izledi. bir tepki bile vermemişti çünkü çoktan ölüydü karşısındaki. bu uzun zamandır bildiği gerçekti.

hwang hyunjin dakikalarca o pozisyonda babasına baktı. elindeki silahın ağırlığını hissetmedi bile. sadece baktı, baktı ve sonunda vazgeçti. kendi kendine konuşmaya devam etmeye çalıştı ama boğazı kurumuştu. "senin mezarın içinde bir sarı lale almalı mıydım?" silahı adeta köşede duran koltuğa fırlattı. "mezarda da açar mı laleler baba?"

sigaralar yandığında, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin