gözlerim yerde takılı kaldı.
ne hissedip ne demem gerektiğini bilmiyordum. "ağır mı geldi?" dedi sonunda. ellerimi yüzünden çekmiş, önümdeki bardağı sıkıca tutmuştum.
kafamı ağır ağır sağa sola salladım. "devam et." dedim sertçe yutkunarak. boğazım kurumuştu. "dinlemek istiyorum."
istemiyordum.
gözlerimiz birbirine değdiği an alayla güldü. "ne hissettiğini, düşündüğünü anlayabiliyorum."
"bu imkânsız," dedim mırıldanarak. "ne hissettiğimi ben bile bilmiyorum."
omuz silkti. "deli gibi korkuyorsun sadece." derin bir nefes aldı. "vereceğin tepkiden korkuyorsun çünkü ilişkimizi istiyorsun, beni istiyorsun."
başıma giren ağrıyla elimi saçlarımdan geçirdim. hiçbir etkisi olmayan hareketim tabii ki dikkatini çekti. "şu an tek istediğim aklındakileri, yaşadıklarını biriyle paylaşman."
"bu beni mutlu mu ediyor sence?" ciddiyet dolu sesiyle ofladım. yine başa dönmüştü, yine başa dönmüştük. bu nasıl mümkün oluyordu anlamıyordum.
ani bir hareketle tabureden kalktım ve salona doğru yürümeye başladım. peşimden geldiğini adım seslerinden anlıyordum. "öylece arkanı dönüp gidecek misin?" dedi. "daha kötü kısıma gelmedik felix."
duraksadım ve ona döndüm. o kadar dibime girmişti ki ellerimi göğsüne koyup ittirdim. "asıl sen ne istiyorsun hyunjin?" diye bağırdım. "senin derdin ne benimle? ne yapmamı bekliyorsun, anlattıklarını çok kötü bulup seni terk mi edeyim? çünkü söylediklerinden başka anlam çıkaramıyorum ben."
çıldırmak üzereydim, olanlara anlam vermek zordu ama karşımda ukala bir şekilde dururken çok daha zordu. sinirden saçlarımı çekiştirdiğimde bileklerime yapıştı. "aptal," dedi oldukça düz bir sesle. "beni terk etmeni istesem bunları anlatmakta bu kadar zorlanırken sana anlatır mıydım?"
nefes nefese kaldığımda üzerimdekini çekiştirdim. her şey çok fazlaydı benim için. "seni anlamak o kadar zor ki..." bileklerimi çekiştirdim. "bana izin vermek zorundasın."
"olmaz," beni kendine çektiğinde dudaklarımda gıdıklanma hissi yaratan busesiyle derin bir iç çektim. "aramızdakileri çözmeden gitmene izin vermiyorum."
"ayarlarımla oynuyorsun." dedim elinden kurtularak. arkamı dönüp paytak adımlarla salona ilerledim ve kendimi koltuğa attım. gitmekten bahsetmemiştim zaten, sadece birkaç saat izin istemiştim.
karşımdaki sehpaya oturup ellerimi tuttuğunda derin bir nefes aldı. "felix," dedi yorgun bir sesle. "seni seviyorum."
içim titredi. parmaklarının gezindiği ellerim sıcacık oldu. kalbimin sesini bastırmaya çalışırcasına, "biliyorum." dedim. "bunu görebiliyorum hyunjin." göz göze geldiğimizde yutkundum. "ben de seni seviyorum." tebessüm edişiyle ana kapılmak istedim, bunu o kadar çok istemiştim ki sesim zorla çıktı. "ama..."
"ama... hayatımda hep bir ama olurdu zaten." tebessümü düştüğünde gözlerimi kapadım. gözleri üzerindeydi, bir an bile baskısını kaybettirmiyordu.
"ama hiç ilerleyemiyoruz biz," dedim sonunda. "hep aynı yerdeyiz."
sinir bozucu bir şekilde güldü. "bu da bahanen değil mi, ayrılacak mıyız yoksa?"
"öyle bir şeyden bahsetmiyorum hyunjin," gözlerindeki keskinlik beni durdurdu. "bir şeylerin yanlış olduğunu anlamıyor musun? ilerlemek çok zor seninleyken."
gözlerini kıstı, dakikalarca konuşmadı. yanlış anlayacak diye korkumdan ses çıkaramıyordum. "haklısın," dedi en sonunda ellerini çekerek. kalbim korkudan yavaşladığında ayağa kalktı. camın kenarına geçtiğinde arkasını bana dönmüştü. "bu yüzden kendimi geri çekip durmuştum." sigarasını çıkarttı. camdan zorlukla yansımasını görüyordum. "yapabileceğimi düşünmek hataydı belki de."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sigaralar yandığında, hyunlix
Fanfiction"laleler mezara da yakışır hyunjin." 28 kasım 2023