"sonunda birileri evinin yolunu bulmuş!" dedi seungmin elinde tuttuğu bardakla.
göz devirerek bavulumu eve soktum ve bavulu kapının kenarında bırakıp kendimi koltuğa fırlattım. "hyunjin nerede?" bağırarak konuştuğumda evdekilere bakıyordum. changbin ve seungmin dışında kimse ortalıkta yoktu.
"odasındaydı," dedi changbin. "tabi biz görmeden çekip gitmediyse."
"hayırsız işte," seungmin kendini changbin'in yanına attı. "önceden böyle değildin, gelir bizi sorardın..."
yan yatarak onlara döndüm. mental açıdan aşırı yorulduğum üç gündü. annem tabii ki konfrenstan çıktığımı fark etmiş ve beni büyük azarlamıştı. yine de onu 'anne arkadaşım çok hastaydı, dışarda kustu' yalanıyla biraz olsun susturabilmiştim. bunu hyunjin beni orada yalnız bırakmadan önce söylemişti böylelikle anneme hemen mesaj atmıştım. zaten hemen haber vermemle ikna olduğunu kendisi söylemişti.
hyunjin o gün başka bir şey söylememişti. çekip gidecekken peşinden gelmek istediğimi ama gelirsem annemin beni öldüreceğini söylediğimde olayı az buçuk anlamış ve bu çözümü sunmuştu.
onu fazlasıyla özlemiştim ama mesajıma cevap bile yazmamıştı.
tekrar yaşadıklarımız aklıma geldiğinde ayaklandım. her şey yarım kalmıştı. "bazen çok boş konuşuyorsun." diye mırıldandım paytak adımlarla yürürken.
arkamdan birkaç şey söyledi ama kulağım algılamadı. beynim tamamen hyunjin'deydi. ne tepki vereceğini bilmediğim için ister istemez stres olmuştum.
kapıyı birkaç kez tıklatıp açtığımda derin bir nefes aldım. hyunjin kulağındaki kulaklıklarla şövelede duran tuvale resim çiziyordu. birkaç saniye ne yapmam gerektiğini düşündüm. en sonunda kapıyı kapatıp duvara yaslanınca onu incelemeye başladım. ağlayan, haykıran mavi bir erkek yüzü vardı. elleriyle yüzünü tutmuştu.
kollarımı göğsümde birleştirdiğimde onu izledim. minik hareketlerini, renkleri karıştırmasını, eğilip kalkmasını ve nasıl çizdiğini.
sanat eseri bir sanat yaratıyordu.
gülümsemeden edemedim, huzur tamamen onunla varoluyordu.
sonunda birkaç geri adım attı. resmini kontrol ettiğinde ne düşündüğünü o kadar merak etmiştim ki yanına gidecektim ama o benden önce davrandı. yanındaki koltuğa bakarken gözleri bir anda bana takıldı. dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kaldırdığında koltuktaki telefonu aldı ve sanırım şarkıyı durdurdu. "hoş geldin," dedi ufak seslerle. elindeki paleti ve fırçayı bırakıp birkaç saniye beni süzdü.
derin bir iç çektiğinde, "hoş buldum." dedim. ona doğru bir adım attım. tepkilerini dikkatlice izleyip algılamaya çalışıyordum ama o yanaşmamakta ısrarcı gibiydi.
"ne zaman geldin?" dedi kulaklığını da çıkartarak.
"on dakika bile olmamıştır." kuru sesimle etrafı incelemeye çalıştım. gözleri gözlerime değdikçe üzerine atlayıp sarılmak istiyordum. özlemiştim bir kere onu. "sen napıyorsun?"
"her zamanki şeyler." ağlayacağımı hissettim, aramıza koyduğu mesafeyi hissedebiliyordum. "saçların ne güzel olmuş bugün."
"annem kıvırmamı istedi."
"anladım."
sormalıydı; annemi, nasıl geçtiğini, neden anlatmadığımı ve geriye kalan her şeyi sormalıydı ama tek bir adım attığı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sigaralar yandığında, hyunlix
Fanfiction"laleler mezara da yakışır hyunjin." 28 kasım 2023