22.

42 6 2
                                    

seellamm! ben geldim.
yeni bölümden önce eskilere de bir bakın derim, detayları unutmayalım, değil mi? 🌟

"sana neden öyle dedi?"
taehyung namjoon'un cesedini adamlarına teslim edip sonra da bir şey demeden beni arabaya bindirmişti. arabanın içindeki 30 dakikalık sessizliği bozan soruma cevap almam ise birkaç dakika gerektirdi.

"bilmiyorum.. ama elinde bir mektup vardı. büyük ihtimal eşimden. ama... nereden ve nasıl tanışıyorlardı?" dalgın dalgın karşıya bakan taehyung daha çok kendi-kendine konuşur gibiydi.

"arayacak mısın? yani.. mektubu."

taehyung benim varlığımı yeni farketmiş gibi bana döndü, birkaç saniye yüzümü inceledi, gözleri yüzümün tüm noktalarına değindi. sonra tekrar karşıya baktı.

"kafam karışık. ama hiçbir şey olmamış gibi bırakamam. her neyse.."

"taehyung."

"söyle, bebeğim."

hitabı ile kalbim teklemişti. beynim pelte kıvamına geliyordu sanki. ve bu durumu daha da körükleyen şey ise, taehyung'un içimdekileri farketmiş gibi sırıtarak yüzümü izlemesiydi. kendimi toparlamaya çalıştım. kendine gel, jeongguk. aylarca psikoloji dersleri aldın sen.

"orada söylediklerin.."

"hmm, ne söylemişim?"
tanrım. beni utandırmaya bayılıyordu sanki.

"hiçbir şey."
ona koz vermemekte kararlıydım.

"tamam, tamam. affedersin. ne dediğimi hatırlıyorum."
"ciddiydim."

nabzım hızlanmıştı. cümle kuramayacak haldeydim, ama aynı zamanda açık olmak istiyordum. geç kalmak istemiyordum.
"yani, biz..?"

taehyung yüzünü bana çevirdi, tekrar incelemeye başladı. ama bu seferki daha uzun, bakışları daha yoğundu. ya da bana öyle geldi.

ve sonra birden arabayı durdurdu, aynaları kaldırdı. siyahlar arabaya giren güneş ışığını engelliyordu.

sonra taehyung beni neredeyse orada bayıltacak o cümleleri söyledi,

"jeongguk, kucağıma gel."

gözlerimin önü kararmaya başladı.

"t-taehyung, ne diyorsun?"

"bebeğim, kucağıma gel, yemin ederim, iznin dışında tek bir şey bile yapmayacağım."

titriyordum. evet, bariz bir şekilde titriyordum. beynim sinyaller veriyor, vücudum karıncalanıyordu. tüm bu sinyaller sürücü koltuğunda oturmuş adamın kucağına oturduğumda daha da çoğaldı, tabii.

taehyung kucağına oturduğum gibi belimi sarmış, yüzümü incelemeye başlamıştı. yüzümdeki, dudağımın altındaki benlere dokunmuş, hepsinin üzerinde tek tek durmuştu. bense sadece nefeslerimi kontrol etmeye çalışarak kendimi ona teslim ediyordum.

"çıldıracağım. ne kadar naif, ne kadar zarifsin, jeongguk. bir kuş yavrusu gibi ürkekçe duruyorsun kucağımda. süt gibi de tenin, sanki günahım olacaksın."

"varolduğuna, bir hayal olmadığına, tanrının gerçekten de güzelliğini bir insanoğluna verdiğine inanamıyorum."

yavaşça dudaklarıma uzanmıştı. tepkilerimi ölçer gibiydi. dudaklarını dudaklarımla buluşturmuştu, ama hiçbir sonraki hamlede bulunmuyordu, öylece dinlendiriyordu dudaklarını. sanki benim ne yapacağımı bilmek istiyordu.
alt dudağını kavradım.
bu öpücük onay niteliğindeydi, o da bunu farketti-ki, bundan sonra beni olabilirmiş gibi daha da yakına çekti, sonra tekrar dudaklarıma asıldı. delirmiş gibiydi. delirmiş gibiydik. dudakları aceleci bir şekilde kâh üst, kâh da alt dudağımı kavrıyor, sanki derinlerde varolan bir aromayı keşfetmeye çalışıyormuş gibi delice emiyordu. bir-iki kez ısırdı da, ama o an başımı döndüren şehvetten umrumda bile değildi. ben sadece ona yetişmeye çalışıyordum. beynim zaman ve mekan kavramlarını yitirmiş gibiydi. sadece taehyung vardı, onun sıcaklığı.

bana saatlerce gelen öpüşmeden sonra taehyung sonunda dudaklarımdan ayrıldı. bitmiş, dağılmıştım. gariptir, nefese olan ihtiyacımı şimdi farketmiştim. taehyung'un dudakları o kadar nefes olmuştu ki, o an duyumsamamıştım bile.
gözlerimi aralayarak derin nefesler alan taehyung'a baktım. o da beni inceliyordu. gözlerindeki alev hâlâ sönmemişti.
ben artık bitti sanmıştım, ama taehyung'un birden bire boynuma yönelmesi beni yanılttı. birkaç saniye duraksadım, ama sonra daha rahat olması için başımı kaldırdım, ona boynumda yer açtım.

taehyung ise sesli bir şekilde boynumu emiyor, her noktaya değmeye çalışıyordu. önce öpüyor, ısırıyor, sonra ise aynı yerden dili ile geçiyordu. kendi olmayı bırakmıştı sanki, delirmişti. ben de öyleydim.
elimi saçına atarak onu yönlendirmeye başladım. derimin mosmor olduğuna emindim.

bir süre daha boynumla ilgilenmeye devam eden taehyung sonunda nefes nefese kalmış bir şekilde benden ayrılmıştı. altımdaki sertliği hisseden bense hâlâ gözlerimi açamıyordum. bitmiştim.

sonra kendimi zorlayarak gözlerimi açtım. siyah saçları ıslanarak yüzüne dökülmüş, şişmiş dudakları, bayık gözleri ile beni inceleyen taehyung ölüm gibiydi. gözleri dudaklarımdaydı.

"bebeğim, ah, bebeğim.."
sesi çatallaşmıştı, zorlukla konuşuyordu.

"ne olduğumuzu sormuştun, değil mi?
ben cevap vermek için senin tepkilerini, rızanı ölçmek istedim. eğer gerçekten.. ah, gerçekten isteksiz olsaydın bu soruna olumlu bir cevap vermezdim ama ben senin beyaz tenine kendi imzamı atıyorken senin beni yönlendirmen hiç de olumsuz bir yanıt değildi." -sırıtmıştı.

gözlerimi kaçırdım. yavaşça koltuğuma geri döndüm. bundan sonra her şey farklı olacaktı.

taehyung tekrar arabayı çalıştırdıktan 15 dakika kadar sonra eve varmıştık. dağılmış görüntümüzle kapının önünde bizi inceleyen korumaların yanından geçmiş, doğruca eve gelmiştik. seraphina da gelmiş olmalıydı. eve girir-girmez etrafa bakınmaya başladık. birkaç saniye sonra kapının sesini duymuş ufaklık merdivenlerden bize koşuyordu bile.

sera hemen aşağı inmiş, kendini önce babasının, sonra da benim kollarıma atmıştı.

"jeongguk, baba! sizi çok özledim.."
sera gergin görünüyordu, yüzünün sol tarafındakı derileri elleri ile küçük-küçük tuttuğunu görmüştüm. garipti, ben de gerginken hep bunu yapardım.

taehyung küçük kızını tekrar kucağına almış, sakinleştirmeye çalışır gibi yanaklarından öpmeye başlamıştı.

"baba, çok korktum.. eve gelemeyeceğimi sandım.."

"bebeğim, benim. artık bu konuda konuşmayalım. buradasın, güvendesin. ben sana bir şey olmasına izin verir miyim hiç?"

sevgi dolu bir şekilde sera'ya ve onu sakinleştirmeye çalışan-başarmış taehyung'a bakıyordum. çok güzel bir aileydi. gözlerimin dolmasını engelleyemedim.

"seracığım, üstünü kim değişti? saçların da örülmüş."

"yoongi amca değiştirdi. bak, jeongguk, saçlarımdaki yeni tokalara bak!"

"çok güzeller, çok güzelsin, bebeğim benim."
sera tekrar benim kucağıma geldi. saçlarını okşamaya başladım. o kadar saf, o kadar temizdi ki. ben sera'nın saçlarını okşamaya dalmışken taehyung şefkat ve sevgi ile bize bakıyordu, bunu farketmek beni utandırmıştı.
taehyung'un gözlerinde bu tür ifadeleri bu kadar sıklıkla görmeye alışık değildim. daha sonralar alışık olmadığım daha neler yaşayacağım da, bilmiyormuşum.

"pekâlâ, hepimiz iyi ve yerindeysek, biraz tteokbokki'ye ne dersiniz? bence üçümüz de açız."

sera yüksek sesle "evvett," demişti, bense bu tepkiye gülmüştüm. taehyung da sırıtarak mutfağa geçmişti.

mutfağı ona bırakmamızı söylemişti, biz de tamam deyip sera ile salonda oturmaya devam etmiştik.

taehyung'un telefonu burada kalmıştı, bunu bir arama ve ardından gelen 3 bildirim sesi ile farketmiştik. ayağa kalkmış, telefonu taehyung'a vermek için almıştım. bu sırada açık ekrandan mesaj gözüme değdi,

"o mektubu sana verebilirim."

semekooker oldukları hâlde semetae yazınca kızlar




utopia, tkWhere stories live. Discover now