2

1.9K 133 30
                                    

Hayat, Yiğit'in en zorlandığı sınavıydı. Hep yapmak istedikleri içinde kalmış, yapamadıklarıyla dolu bir yaşam sürmüştü. Ona yapılanlarsa hep çok fazlaydı. İstemeyeceği kadar çok.

Bir gün önce hastaneye içinde koca bir umutla gitmişti. Kimse öz evladını bırakıp da tanımadığı birisini çocuğum diye evine sokmazdı çünkü, Sadık denen piç babası(!) hariç.

Sırt çantasına evdekilerden habersiz aldığı kıyafetlerini doldururken sinirden ağlamamak için kendisini kasıyordu. Sarj aletini de tıkışık çantasının bir köşesine sokuşturdu. Fermuarı hafif zorlanarak kapattı. Çok eşyası olmasa da bir sırt çantasını zorlamıştı işte. Bu kadardı bu evdeki eşyası.

Kapısının aniden açılmasıyla, yavaşça kafasını çevirdi. İlk koca göbeği, ardından Sadık içeriye girdi. Beyaz gömleğinin içerisinde patlayacak gibi duruyordu.

Hırıltılı bir nefes alarak doldurduğu çantasının üzerine oturdu Yiğit. Yine ne saçmalayacağını kesinlikle merak etmiyordu. Kurtuluyordu işte, rahat bıraksaydı bari. Canını sıkıyordu.

"Seni boşu boşuna sevgi dolu bir aileye göndermiyorum."

Yiğit duyduklarıyla kaşlarını çatarak ona baksa da umursamadan lafına devam etti. O asla Yiğit'i ciddiye almazdı. Yiğit ise ona yaşatacağı sonu düşünerek her gününü sabırla bitirirdi.

"İbnenin teki olduğunu söylesem, hemen kapıya koyarlar oğlum seni. Belli etmesen de iyi edersin. Hem benim, hem senin yararına. Daha çok senin."

Yiğit bıkkınca bir nefes çekti. Söyleseydi keşke,  kendi söylese miydi? "Ne istiyorsun baba?"

Bu daha çok 'Rahat bırak artık.' gibiydi. Fakat Sadık bu çeşit tavırlardan hoşlanmazdı...

Yiğit'in alışık olduğu, tombul nasırlı ellerin yanağını yakmasıydı; kendini hafifçe yana savurmasıyla sonuçlandı. Güçsüzdü çünkü o(!), gafil avlayacaktı piçi.

"Tavırlarına dikkat et. İbne olmana rağmen evimde barındın, yedin, içtin. Tüm bunları ben sağladım. Borcunu ödemelisin. Yoksa söylerim ne halt olduğunu, beş parasız sokağa atılırsın. Artık ne tür orospu olursun bilemem."

Yiğit boş gözlerle onu dinlerken adam sanki mutlu bir rüyadaymış gibi huzurlu bir gülümsemeyle konuşuyordu. Çok güzel bakmıştı Yiğit'e(!). Hem de ibne olmasına rağmen! He?

"Sana mesaj atacağım. Bir şekilde çalışma odalarına sızıp istediğim dosyaları çekip atacaksın. Anlıyor musun? Dediğim her şeyi yapacaksın."

Tabii efendim, dedi Yiğit. Sen öyle sanıyorsan.

...

Derya Ulusoy, biyolojik annesiydi. Yüz hatlarını kesinlikle ondan almıştı. Sarı saçları, muhtemelen boyaydı, parıldayan mavi gözleri... Çok güzel kadındı. Nilgün annesi(?) gibi yüzünden şeytanlık akmıyordu mesela. Ama yine de o da çocuğunu Sadık'a vermişti.

Fatih Ulusoy ise, bildiğiniz babaydı. Kara kaş, kara göz, kaslıydı bir de. Mümkün müydü?

Sessiz bir araba yolculuğundan sonra, klasik zenginlik belirtisi, triplex villaya geldiğinde kesinlikle şaşırmamıştı Yiğit. Adamların konuşmaları bile zenginlik kokuyordu. Şirket falan üstelik. Sadık'tan daha zenginlerdi.

Bir hizmetçi kadın montlarını alırken istemsizce utandı Yiğit. Bu kadarına gerek var mıydı sanki?

"Gel annem. Geç içeriye otur sen. Abinler de birazdan gelecek. Odanı hazırlıyorlar şuan birazdan hazır olur."

Derya Hanım'ın işaretiyle bir kadın gelip Yiğit'in çantasını aldı. Beyaz yüzünün kademe kademe pembeleştiğini hissedebiliyordu.

Fatih Bey, onu omzundan tutup hafifçe çekiştirerek salona getirdi. "Otur oğlum. Konuşalım biraz."

Başa Gelen Çekilir~AbilerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin