જ⁀➴"Asker! Tek sıra halinde!"
Haftasonu geldiğinde akşam yemeğinden sonra ana binanın önünde oturuyordum. Hava kararmış, önceki günlere göre biraz serinlemişti. Demir kapıların aralandığını duyunca vaktin geldiğini düşünerek aşağı inmiştim, şimdiyse kamp alanına giren otobüsün önündeki askerleri sıraya sokmaya çalışan Heeseung'u izliyordum.
Bir düdük çalıp sonra eliyle birkaç işaret yaptıktan sonra düzeni sağlamıştı. Elindeki sekreterliğe geri döndüğünde onu süzdüm. Normalde askerlere antrenman yaptırırken daha rahat giyiniyordu ama şu an üzerinde baştan aşağı kamuflaj renklerinde bir üniforma vardı ve boynu bile gözükmüyordu.
Ayağa kalkıp kumu ezen adımlarımı hızlandırdım. Yanına geldiğimi fark etmemiş gibiydi. Etraftaki askerlerin bazıları otobüste, bazıları dışarıdaydı ama kamp alanında genelde kimse beni takmıyordu. Belki de güneyli olduğumu bile bilmiyorlardı, emin değildim.
"Selam!"
Yanına geldiğimde kocaman bir gülümseme verdiğim Heeseung sesimle başını elindeki listeden kaldırıp bana çevirdi. Beni görmesiyle yüzü aydınlanırken gülümsedi o da.
"Selam! Sen de gidiyormuşsun sanırım?"
"Evet," bakışlarımı üzerindeki üniformada gezdirip alt dudağımı ısırdım. "Üniforma yakışmış."
Heeseung bu hareketlerime karşı kıkırdayıp elini ensesine attı ve siyah tutamlarını karıştırmaya başladı. "Sağol."
Bakışlarım haki yeşili tonlarındaki asker üniformasındayken Heeseung'un kolunu saran kumaşa işaret parmağımla dokunup omzundan aşağı doğru sürterek gezdirmeye başladım. "Sinemada oturacağımız yerler belli mi yoksa karışık mı dağılıyoruz?" Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda dudağının kenarı kıvrılmıştı. Sesimin hala flört eder gibi çıkmasına özen gösteriyordum.
"Askerler ön taraflara geçiyor, kalan yerlerde yüzbaşı ve Soobin'le beraber arkalara oturursunuz."
Kıkırdadım ve omzundaki parmağımı tekrar aşağı doğru sürtmeye başladım. "Ah, keşke sen de gelseydin Heeseungie... Yanına oturmak isterdim..." Heeseung yutkunurken içimden kahkaha atmak gelmişti ama ifademi bozmamak için direndim ve alttan ona bakarken masum bakışlarımla gözlerimi kırpıştırdım. "Ya da-"
"Herkes tamam mı?"
Cümleye yeni başladığımda ağızma kapanan elle çırpınmaya başladım ama anında yanımızda biten yüzbaşının elini çekeceği yoktu ve deli gibi baskı uyguluyordu.
"B- Ya- Bırak!" Ellerimle ağzıma kapanan eli çekmeye çalıştıkça daha da bastırırken en sonunda başarmıştım. "Bıraksana be! Ne yapıyorsun?!"
Minho'nun gelmesiyle gerçekliğe dönen Heeseung anında toparlanmış, yüzbaşıyı yanıtlamıştı.
"Herkes burada yüzbaşı, bir Soobin gelemedi hala."
Heeseung'un anında büründüğü ciddiyet beni yine güldürdü.
Normalde rütbeliler hariç kalan askerlerle konuşmama izin yoktu, bense eğlenecek birini arıyordum. Jeongin fazla sessiz ve hüzünlü biriydi, Sunghoon fazla soğuktu ve flörtleşsem bile eğleneceğimi sanmıyordum -tanrı aşkına, adam sofrada tuzluk istediğimizde bile duymuyormuş gibi yapıyordu- Soobin'e gelirsek, o da eğlenceli ama disipline önem veren biriydi, fazla saf değildi. İçlerinden kriterlerime en çok Heeseung uyuyordu çünkü her flörtleştiğimde ciddiye alıyor gibiydi ve bu çok komikti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fatal flaws ➵ ◛ °minsung √
FanficKuzey Koreli Yüzbaşı Lee Minho ve esir düşen güneyli asker Han Jisung [TAMAMLANDI.] "Seni sevmeye yetebilir mi benliğimden geriye kalan bir avuç cesaret kırıntısı? Tatmin eder mi kaderi, aşkın esiri olmuş gururdan yoksun bizlere acıması için?" Bulut...